Vahdettin Yiğitcan

Hoş Bir Sada Bırakmak

Vahdettin Yiğitcan

Köylülük dediğimiz olgu, birkaç hanelik dar çevre ilişkileri ve doğal koşullar gereği tabiatın haşin işleyişi ortamında yaşayan insanların doğal halleri elbette, yadsınamaz ve kınanamaz bir gerçekliktir. 

Halbuki, şehir hayatı iç içe geçmiş çok daha karmaşık ilişkilerin yaşandığı, ortak alanların ve gereçlerin saygı ve hakkaniyet çerçevesinde kullanıldığı bir ortamdır. Herkesin özgürlüğü bir diğerinin özgürlüğünün başladığı yere kadardır. Bu sınırların bilinmesi esastır.

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli Ramazan Keskin Hocanın kurmuş olduğu "MEDENİYET DERNEĞİ", Müslümanca bir duruş ve ihtiyacın ifadesidir diye düşünüyorum. Öyle zannediyorum ki, değerli Ramazan Hoca bedevi ilişki biçiminin ve kerameti kendinden menkul İslam anlayışının vermiş olduğu rahatsızlığı gidermek maksadıyla bu derneği kurmuş olmalı... 

Ramazan Keskin ve "Medeniyet Derneği"

1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devletinin parçalanması ile elimizde kalan bir avuç Anadolu toprakları da müstevli devletlerince işgal edildi. Son bir silkinişle bu işgale karşı verilen topyekün "Kurtuluş Mücadelesi" zaferle sonuçlandı. Zaferin ardından kurulan genç "Türkiye Cumhuriyeti", ne yazık ki, yüzyılların birikimi ile oluşan kadim kültürümüzü ve koskoca islam medeniyetini elinin tersiyle hayatın dışına itti... Oysa İslam, medeniyeti vaz eder ve bedeviliği yani köylülüğü ıslah ederek medeni seviyeye yükseltmeyi emreder. Kısacası, müslümanın medeni olması inancının öngördüğü bir zorunluluktur. İslami özden uzaklaşmış safsata ve hurafeye batmış kimi tekke ve zaviyelerin yanında samimi müslümanlar da yeni sistem tarafından dışlandı... Tüm bir milleti harekete geçiren kuvvet, kurtuluş mücadelesinin ateşleyici yegâne silahı manevi değerlerdi. Merhum  Mehmet Akif Ersoy'un vermiş olduğu vaaz ve hutbeleri çoğaltılarak Anadolu’da elden ele dolaştırılıyordu. Halkı işgalcilere karşı savaşmaya ikna eden güç islama olan inancı ve bağlılığıydı. Kurtuluş sonrası durum ise bambaşka şekillendi... Söylemesi acı ama gerçek, köksüz köceksiz yeni bir ulus yaratma projesiyle kurulmuş, henüz geleneği ve görgüsü oluşmamış, kupkuru bir devlet organizasyonu ile karşı karşıya kaldı milletimiz. Genç Türkiye Cumhuriyetinin kültür ve medeniyet tasavvurunda tek amacı batılılaşmak idi.   

Bu milletin medeni anlamda kaynaştırıcı harcı ve münasebetlerinin insani ölçülere uygunluğunu her bir umdesiyle belirleyen  İslam, hükümet eliyle şehir hayatının dışına atılınca, haliyle şehirden dışlanan islam, kırsal kesim insanının yani köylülerin eline geçmiş oldu.

İnsanlar için inanç, olmazsa olmaz bir moral ve manevi değerler bütünlüğünü ifade eder. İnsan inançsız yapamaz...

Toplumumuzda insanın doğumundan ölümüne kadar tüm hayatı boyunca inancının gerektirdiği yaşama biçiminin pratiğe yansımasının görünür hali "medeni müslümanların" hayatlarıyla ortaya koydukları örneklikte yatmaktadır... Cumhuriyet idaresi ile birlikte, medeni müslümanların dışlanması ve sindirilerek  kendi kozalarına çekilmesi neticesinde meydan boş kaldı... Bu kez ülkemizde yeni yönetimin öngörüsüzlüğü nedeniyle milletimizin islami ihtiyaçları, medeniyetten bihaber köylülerce giderilmeye başlandı... Sonuç, felaket elbette. Sakın yanlış anlaşılmasın, köylülük dediğimiz olgu, birkaç hanelik dar çevre ilişkileri ve doğal koşullar gereği tabiatın haşin işleyişi ortamında yaşayan insanların doğal halleri elbette, yadsınamaz ve kınanamaz bir gerçekliktir. Halbuki, şehir hayatı iç içe geçmiş çok daha karmaşık ilişkilerin yaşandığı, ortak alanların ve gereçlerin saygı ve hakkaniyet çerçevesinde kullanıldığı bir ortamdır. Herkesin özgürlüğü bir diğerinin özgürlüğünün başladığı yere kadardır. Bu sınırların bilinmesi esasdır.

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli Ramazan Keskin Hocanın kurmuş olduğu "MEDENİYET DERNEĞİ", müslümanca bir duruş ve ihtiyacın ifadesidir diye düşünüyorum. Öyle zannediyorum ki, değerli Ramazan Hoca bedevi ilişki biçiminin ve kerameti kendinden menkul islam anlayışının vermiş olduğu rahatsızlığı gidermek maksadıyla bu derneği kurmuş olmalı... 

Müslümanların medeni olmak zorunda olduklarını sayıları onbinleri bulan cemaatine zımnen ihsas etmek niyetiyle bu güzel derneği hayata geçirmiştir, diye düşünmekten kendimi alamıyorum...

Ramazan Hoca Hoş Bir Sada Bıraktı

Cennet mekân rahmetlik annem terk-i dünya edenler için "O gitti hak dünyaya, biz kaldık nahak dünyada" derdi.

Evet, cennet mekân Ramazan Keskin Hoca da dünya hayatını tamamlayarak aramızdan ayrıldı, hak dünya ehline katıldı... 

Hayatın başımıza gelmedikçe idrak edemediğimiz en yalın yakıcı acı gerçeği, ölüm.

Ne kadar teselli etmeye kalkışırsak kalkışalım, ateş düştüğü yeri yakıyor. Geride kalan evlatlarının ve sevenlerinin gönüllerindeki hüznün dağılması zamanın teskin  edici iksirine bağlı...

Eskilerin eskimeyen özlü sözleri ve darb-ı meselleri kimi duygularımızı ifade etmede elimizden tutuyor, hislerimize tercüman oluyor. Bu sözlerden biri de "Baki Kalan Gök Kubbede Hoş Sada İmiş" demişler... Ne de güzel söylemişler...

"Ahiretin Tarlası" dediğimiz bu dünyada yapmadığımız telaş, gönül koymadığımız ahbap bize küsüyor!

Oysa geçici olan bu hayatın, güzellikten başka şeylere harcanacak kadar uzun olmadığını bilmemiz gerek miyor mu?

Hakikat ise, bütün bunları bile bile hep aksini yapmakta beis görmüyoruz. 

İstisnaları hariç tutmamız gerekir... Onlardan biri de değerli Ramazan Hoca idi... Ramazan Hocayı bundan birkaç yıl önce eşinin taziyesine gittiğimde görmüştüm. Yüzünde mü'min teslimiyeti vardı... Elbette içinde kopan fırtınaları bilemeyiz. Zahiren gördüğüm, mütevekkil ve vakur rıza haliydı, doğrusu gıpta etmiştim.

Ramazan Hoca geldi ve 70 yıllık ömrünü tamamlayıp gitti, ardında hoş bir sada olarak evlatlarını bıraktı, zaman içerisinde biz geride kalanlar da teker teker gideceğiz...Ne mutlu Ramazan Hocaya ki, her biri ayrı değer olan altı evladını tanıdım. Başta Ahmet olmak üzere, Hacı, Mustafa, Süleyman, Davut ve Mahmut Keskin kardeşlere başınız sağolsun diyorum... 

Değerli Ramazan Hocam, ardında bıraktığın ve tanımakla mutlu olduğum ve saygılarında kusur görmediğim bu nezaketli evlatların hoş bir sada olarak sadaka-i cariye babından amel defterini hayır ve hasenatla süsleyeceklerdir... 
    
Ramazan Hocadan Kısa Bir Ders:

"KUR’ANI-KERİM’İ DOĞRU ANLAMAK

Kur’anı Kerim’i okuyan çok insan var. Hatta çok Müslüman var.

Kur’an’ın maksadını anlamayıp ,yüzeysel davranan HARİCİLER gibi bu günde çokça Kur’an okuyanlar var, ne yazık ki Kur’an’dan hiç bir şey anlayabilmiş değiller.

Belki de bu nasıl oluyor diyeceksiniz ?

İşte size bir örnek verelim,siz karar veriniz.

HZ.Ali Radiyallahu Anhu’yu Şehit eden Katil’in vasfını tarihçiler şöyle ifade ediyorlar:Bu şahıs,Abdurrahman b.Amr b.Mülcem el Muradi el Himeyri el Kindi , ölüm tarihi Hicri 40 / Miladi 661 .

Bu Melun şahıs ;gece -gündüz hep Kur’an okuyan ve gece Namazları kılan biriydi .Çokça Kur’an okuyan biri olarak biliniyor.

Görülüyor ki Kur’andan hiçbir şey anlamış değil.

Kendisince Allah’ın Rızasını kazanmak için HZ.Ali’yi öldüren Katil kişidir.

Ümmetin,HZ.Muhammed Aleyhisselam’dan sonra en takvalı ve fedakar kişi olarak bildiği HZ.Ali’yi öldürmesinin sebebini şöyle ifade ediyor: Ali Hakem olayını kabul ettiğinden dolayı Kafir olmuştur ,bu nedenle O’nu öldürdüm diyordu.

Birileri HZ.Ali Radiyallahu anhu için böyle derse varın siz düşünün gerisini.

İşte Din’de aşırı gitmek buna derler.

Dün’ün Haricileriyle,
bu gün’ün Hariçileri arasında hiç bir fark yoktur.HZ.Ali (r.anh) bu Hariciler için şu tarihi sözü söylüyordu:

“Hakkı söyleyip,batılı murat ediyorlar.”

Bu günde Müslümanların yaşadığı ülkelerde ayni tipleri görmekteyiz.

Dün de bunlardan Müslümanlara en büyük zarar verildi ve bu gün de en büyük zarar bu gibi şahıslardan geliyor.

Müslümanlar, bu gibi şahıslara dikkat etmelidirler.

Kur’an’ın maksat ve hikmetini anlamadan okuyan insanların geleceği son nokta HARCİLİKTİR.

Vesselam.

Not: sorulan bir soruya cevabımızdır.

HZ.Ali Radiyallahu anhu’nun Müslümanlığını kabul etmeyen Zihniyet senin ve benim Müslümanlığımızı Kabul eder mi?"

Yazarın Diğer Yazıları