Yasir Keskin

Dedem Ramazan Keskin Hoca

Yasir Keskin

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” 

Aslında bu satırlara yazılacak o kadar çok anım var ki… Ama bir türlü nereden başlayacağımı kestiremiyorum. Daha doğrusu tam anılarımı zihnimde canlandıracakken, o seslenişini hatırlıyorum dedemin: “Yasir Bey…” Elim gitmiyor yazmaya. Bir süre bekleyip yine yazmak istiyorum. Bu yazıyı yazmak için biraz daha sakin bir kafaya ihtiyacım olduğunu düşünsem de bir an önce yazımı tamamlamak, siz değerli okurlara takdim etmek istiyorum. Aslında bakarsanız, henüz dedem hayattayken böyle bir yazı yazmayı düşünmüştüm. Çünkü ondan sonra bir yazı kaleme alıp alamayacağımı kestiremiyordum. Hala da bu satırları yazarken, yazıyı nasıl tamamlayabileceğimi bilmiyorum. Fakat dedeme karşı bir borç bildiğim bu yazıyı, acilen kaleme almalıyım diye düşündüm. 

Öncelikle; torunları arasında dedemle en çok vakit geçiren torunu olarak, Allah’a hamd ediyorum. Onun yanında çokça vakit geçirmem, bana çokça değer kattı diye düşünüyorum. Onun kurallarıyla, onun disipliniyle ve kendi değimiyle; “askeri sistemiyle” yetişmek, hayatımın şekillenmesinde çok büyük bir pay sahibi oldu/oluyor/olacak inşallah. 

Merhum dedem, bulunduğumuz ortamlarda beni tanıtmak adına çokça zikrettiği şu ifadeyi sizlerle paylaşmak istiyorum: “Bizim torun Yasir. 28 Şubat sürecinde babası idamla yargılandı, yıllarca cezaevinde kaldı. Bizde çıktıktan sonra onu mükafatlandırarak, evlendirdik. Elhamdulillah, Allah’ta bizlere Yasir Bey’i nasip etti.” derdi. İşte dedemin değerlilerinden bir tanesi olmamdaki bir diğer sebepte bu idi. Belki de doğumumla birlikte, ailemiz o karanlık günlerinin ardından bir nebze dahi olsa mutlu olmuşlardı. Evvela dedem, yeni doğan çocuklar karşısında bir hayli sevinçli olurdu. Gözlerindeki sevinç ışıklarını, yüzüne bakan herkes kolaylıkla görebilirdi. 

Dedem, dünya malına tamah etmeyen nadir insanlardan bir tanesiydi. Elinde, avucunda ne var yok ise dağıtırdı. Buna çokça şahit olanlardan birisiyim. Bir keresinde, Akpınar Esnaf İş Hanında bulunan bürosuna gelen ihtiyaç sahiplerine, cebinden çıkardığı 100’er TL’yi verdiğine şahitlik etmiştim. Çok şaşırmıştım, yani halk dilinde dilenci diye tabir edilen bu insanlara, normal vatandaşlar en fazla ceplerinde bulunan bozuk paraları verilirdi. Fakat dedem her birine 100’er TL vermişti. Bir keresinde ise ortağı olduğu lokantadan, bayram öncesi gelen cüzi miktarda bir parayı son kuruşuna kadar dağıtmıştı. Bunun üzerine, arabasına benzin koymaya dahi parası kalmamış ve çocuklarından yakıt için para talebinde bulunmuştu. Evdeki herkes onun bu davranışlarına alışkındı. Bu olay üzerine en küçük amcam Süleyman, o dönem CHP’nin başlatmış olduğu; “128 Milyar dolar nerede?” sloganını dedeme uyarlayarak, “8 Bin TL nerede?” diye bir pankart yaptırıp binaya asacağım demişti. Bu söz karşısında dedem, yüzünden tebessümü eksik edemedi. Tebessüm demişken… Aslında bakarsanız, o sert mizacının altında gayet esprili bir o kadar da nazik bir adam yatıyordu. Dedem, yapmış olduğu yerinde espriler/sözlerle bir anda sizi kahkahaya boğabiliyordu. Çok okumasının ve tiyatrocu olmasının vermiş olduğu bilgiyle birlikte, bir Stand-Up sanatçısına taş çıkartırdı. Yani anlayacağınız; zalimin karşısında Hz. Hamza kadar sert olan bu adam, mazlumun yanında ise Mus-ab bin Umeyr kadar nazikti.  

Sert mizacı, karşısında duran zalimleri tir tir titreten bir insandı dedem. Nazik tavrıyla ise arkadaşlarının, akrabalarının ve mazlumların kalbinde taht kurmuştu. Onun evine misafir olup da sofrasından aç kalkan hiçbir kimse olmamıştır. Onunla birlikte gezip, onunla birlikte çalışan hiçbir kimseyi aç, susuz bırakmamıştır. En çokta bu dillere destan olmuştur. Gece yarılarında dahi ev ahalisine misafirlerin karınlarını doyurmak üzere hazırlatılan yemekler, çaylar, kahveler… Misafirlerini çok önemserdi. Bu nedenledir ki evde misafir eksik olmazdı. Her akşam farklı bir grup, her akşam farklı yüzler. Çarşıya çıktığında kimi bulursa bulsun alıp eve getirir, insanları misafir ettikçe mutlu olurdu. Hamdolsun, o misafirleri kendisine son görevlerini yapmak üzere yine evine teşrif edip, onu ve bizleri ziyadesiyle onurlandırmışlardır. 

Bugün; bir ortamda kendi fikir ve düşüncelerimi çekinmeden paylaşabiliyorsam, hatta bu yazıları kaleme alabiliyorsam bunun en büyük nedeni yine dedemdir. Kendisi, oturmuş olduğu her mecliste yaş farkı gözetmeksizin benim ve bizlerin fikirlerini sormuş ve dinlemiştir. Her ortamda konuşabilmenin, fikirlerini beyan edebilmenin sonucunda; özgüvenli birer birey olarak yetiştirildik. Dedem, fikirlerimiz her ne olursa olsun dinler ve daha sonra kendince bir cevap verirdi. Bu bakımdan istişare konusunda yine gördüğüm nadir insanlardan biriydi. Hatta birçok kişiye örnek olan, her pazar aile üyelerinin katılımlarıyla düzenlediği istişare toplantıları da istişareye vermiş olduğu önemi gözler önüne seriyordu.

Bugün dönüp baktığımızda, dedemden maddi olarak geriye kalan pek bir şey yok. Fakat bizlere, maldan ve mülkten daha kıymetli olan onca şey bıraktı giderken. Onur, şeref, izzet, gurur, saygınlık, sevgi ve muhabbet. İnsanların ona olan sevgilerini gerek cenazeye katılan gerekse taziyelerini vermek üzere evimize gelen misafirlerin çokluğundan görmüş olduk. Bugün baktığımız zaman, Malatya genelinde Ramazan Keskin Hoca’yı tanımayan insanların sayısı çok azdır. Dedem, Malatya ile sınırlandırılabilecek birisi de değildir açıkçası. Türkiye genelinde, birçok insan kendisine sevgi ve muhabbet beslemiştir. Hatta ve hatta Dünya’da birçok insan, yine kendisine sevgi beslemiştir. Ne mutlu ona ve bizlere ki bu sevgi ve muhabbete nail olabildik. 

Hocamız, yaklaşık 10 aylık bir hastalık serüveni yaşayarak aramızdan ayrıldı. Hastalık sürecinde bir hayli yorgun ve bitkin düştü hocamız. Çokça uykusuz geçen sancılı geceleri dahi onun ibadetlerini yapmasına mâni olamadı. Hastalığı boyunca namazlarını büyük bir hassasiyetle kılmaya özen gösterdi. En ufak bir rahatsızlıkta oturarak namaz kılanlara nazaran, namazlarının büyük bir bölümünü ayakta kıldı. Rahatsızlığı her ne olursa olsun bir an bile imanından taviz vermedi. Amcam kendisine; “Hocam bir an olsun of demediniz” dediğinde, “Of denmez, af denir dedi.” İşte böyle bir adamdı Ramazan Keskin Hoca. Şartlar ne olursa olsun; ucunda cezaevleri de olsa, ucunda parasız pulsuz kalmakta olsa, ucunda çok büyük sıkıntılar da olsa ve ucunda ölüm dahi olsa asla imanından taviz vermeyen biriydi. Rabbim kabul etsin. Bizler ona şahidiz.

Teknolojinin yaygınlaşmasıyla birlikte, çağın gerekliliği olarak akıllı telefon ve sosyal medya ile hemhal olmaya çalışıyordu dedem. Yıllar önce kendisinin; “Bu akıllı telefonlar nasıl bir şey, bende kullanabilir miyim?” diye sorması üzerine gülerek; “Dede sizin kullanabileceğinizi pek sanmıyorum” diye yanıtlamıştım. Ertesi gün gidip bir akıllı telefon almıştı. Bakmayın öyle akıllı telefon deyip geçtiğime. İphone 4 almıştı. Zamanının en iyi telefonlarından bir tanesini. Çoğu genç eline aldığında nasıl kullanıldığını dahi bilemiyorken. Dedem sırf ben kullanamazsınız dedim diye en zorunu öğrenmeye karar kılmış ve kullanmaya başlamıştı. Gün geçtikçe sora sora, karıştıra karıştıra öğreniyordu da. İlk zamanlar sosyal medya (Facebook) kullanımı için yardımlar alsada, bir zaman sonra belki bizim dahi bilmediğimiz özelliklere vakıf olabilmişti. Günlük paylaşımlar yapmaya, fikir ve düşüncelerini sosyal medya aracılığıyla insanlara aktarmaya çalışıyordu. Sosyal medyada birçok yazı yayınladı. Bunların bir kısmını kendisiyle birlikte yazdık. Cümleleri yazdırıyor, yazdırdıktan sonra okutuyordu. Varsa değiştirmek istediğin, şöyle yapsak daha iyi olur dediğin bir yer söyle diyor, bir nevi kontrol ettiriyordu. Bende kendisinin vermiş olduğu özgüvenle, bazen burada hata var şöyle yazsak daha iyi olur diye karşılığı olan yorumlarda bulunuyordum. Eleştiri mahiyetindeki bu fikirlerimi dikkate alıp, yazı üzerinde düzenlemenler yapardı. Son olarak; noktaya, virgüle bir bak derdi. Kendisine sosyal medya dilinde bunların pek bir öneminin olmadığını söylerdim. Fakat; “Olmaz öyle şey, biz sıradan paylaşımlar yapmıyoruz. Biz kurallara uyalım” derdi. Son yıllarda artık yazılarını kendisi kaleme almayı tercih ediyordu. O denli geliştirmişti kendisini. Hatta yazmak istediğinde artık bir bilgisayar aramıyor, direk elinin altında bulunan telefonundan yazmaya koyuluyordu. 

Son zamanlarda hastanede yanında kaldığım günlerde, malumunuz rahatsızlığından ötürü birçok geceyi uykusuz geçirdik. Bana çok fazla telefonla uğraşıyorsun diye sitem ediyordu. Bende kendisine uyumamak için oyalandığımı söylüyordum. Yeğeni Ebubekir Ağabey’e bir gün; “Bu Yasir gece telefona çok bakıyor, o saatte yatılır telefona bakılmaz. Acaba ne yapıyor bu çocuk?” diyerekten serzenişte bulunmuş. Ebubekir Ağabey’de uyumamak için baktığımı beyan ederek, belki de sizin gibi Facebook’a bakıyordur demiş. Dedem bunun üzerine; “Ben o kadar çok bakıyor muyum Ebubekir, bu çocuğun elinden telefonu alsak daha da uğramaz buralara” demiş gülümseyerek. 

Gerçekten, hastane zamanlarında özellikle geceleri uyanık kalmak açısından bir uğraş bulmak durumunda kalıyorduk. Kitap okumanın da uykumu daha fazla getirmesinden ötürü ben bu süre zarfında daha çok telefonla alakadar oluyordum. Çünkü öyle geceler geçirmiştik ki… “Acaba dedem birazdan vefat ederse ilk kimi arayayım? Nasıl bir giriş yapayım? Ne diyeyim?” diye düşündüğüm onlarca gece oldu. Çok fazla acı çekiyor olması, beni uykusuzluğa sevk ediyordu. Hatta bir gece, tabiri caizse o gün bugün dediğim bir gece. Dedemin aniden aşırı derecede rahatsızlanması üzere, ben birilerini arayıp da dedemi kaybettik diyemem diye aklımdan geçirdim. Alelacele amcam Mustafa Keskin’i aradım. Gece saat 2:30 sıralarında Süleyman Amcamla birlikte gelmiş bulundular. Sonrasında yapılan müdahalelerle birlikte kendisini geçici bir süreliğine de olsa rahatlamış hissetti. Fakat bu sıkıntılarının ardı arkası kesilmedi. Hocamız, aylarca hastanelerde kalmak zorunda kaldı. 

O her zaman yaptığınız işi severek, isteyerek yapın derdi. Bizlerde onun yanında bulunduğumuz süre zarfı içerisinde, severek ve isteyerek kendisine hizmet etmeye çalıştık. Yeri geldi ödemden dolayı şişen ayaklarına ve bacaklarına masajlar yaptık. Yeri geldi aylarca yatakta olmasından dolayı ağrıyan beline masajlar yaptık. Yemeğini hazırladık, yürüyüşünü aksattırmamaya çalıştık. Hasılı, inanıyoruz ki ona olan görevimizi en iyi şekilde yerine getirdik. Bunu kendisi de vefatından önce beyan etmiş ve razı olduğunu dile getirmişti. 

Peki dedemize, babamıza ve hocamıza karşı görevlerimiz bitti mi? Hayır, bitmedi. Kendisinin büyük bir özveri ve heyecanla inşa ettirmiş olduğu; Ebuzerler Mescidi’nin faaliyetlerini devam ettirerek, ona karşı olan sorumluluklarımızı yerine getirmeye gayret edeceğiz inşallah. Onun izinden giderek; onun ideallerini, onun fikirlerini anlatmaya devam edeceğiz inşallah. Ondan geriye ne kaldıysa, muhafaza edecek, canımızdan bir parça misali koruyacağız inşallah. Rabbim ona rahmet eylesin inşallah.

Not: Taziyelerini vermek üzere; gelen ve arayan tüm dostlardan Allah razı olsun. Ayrıca Hocamız için İstanbul’da, Mekke’de, Medine’de ve Kudüs’te gıyabi cenaze namazı kılan tüm herkesten Allah razı olsun. Rabbim bizlerin, sizlerin ve tüm İslam Alemi’nin geçmişlerine rahmet eylesin. 

Vesselam…

Yorumlar 7
Hikmet BUCAK 17 Ağustos 2022 21:20

...Ben Sincik Birimşe köyünden Hikmet BUCAK, yukarı da Enes kardeşimin onun yanlızca dedesi ama bizim için bir Alim, İlim adamı, rehber, Cemaat adamı, kanaat önderi, Aşiret büyüğü, Fakir ve düşkün babası.... ...İlk tanıyan biri için Mizası belki biraz sert ama kalbi çok merhametli Ramazan Keskin Hocam. Aslında bizim yazacağımız birçok şeyi o pırlanta gibi torunu Enrs yazmış ama bende buraya Ramazan Hocamla olan bir kaç anımı eklemek istiyorum ...Bir gün Kıbrıs Yurtkur'da geçici görevle çalışırken baktım mesıncırdan Hocam telefonumu istedi, ilk etap da " acaba ben burda bir hata mı işledim, benimi uyaracak veya nasihat mı verecek " diye içimde bazı mukayaseler yaparak telefonumu yazdım. Hemen beni aradı ve daha önce bir Facebook paylaşımında değinmiş olduğum Şeyh Kıbrısi, Kıbrıs ın yerli Halko ve orada ki Cemaatler hakkında sorular sordu, bende bildiğim kadar cevapladım. Hocam Kıbrıs'ta ki Müslümanların yapılanmaları ve yaşantıkarını araştırmak için Adaya gelmek istediğüni söyledi. Tabi beni Ramazan Hoca'yı misafir olarak ağırlamak için tatlı bir hetecan bastı ama kısmet olmadı gelenedi.... ...Düşünce yapımın şekillenmesi ve hayat tarzımın yönelimi için bana Rehberlik eden bir Alim ve Aşiret büyüğümüzün aramızdan ayrılışı benim ve tüm topluöumuz için çok çok büyük bir kayıptır. ...Keşke iyiler hiç ölmese... ...Rabbim rahmet eylesin ve mekanı cennet olsun...

Mahmut Fırat 17 Ağustos 2022 19:06

Öncelikle bir kez daha Ramazan Hocamıza Yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret, ailesine ve tüm dost ve arkadaşlarına sabır diliyorum. Bu güzel, duygulu ve anlamlı yazı için eline yüreğine sağlık Yasir kardeşim. Yüce Rabbimiz sizi ve tüm dostları cennetinde Hocamızla buluşmayı nasip eylesin.

Abdullah Altunkaya 17 Ağustos 2022 12:07

Allah (c.c) Ramazan hocamıza rahmet eylesin, güzel bir anlatım olmuş tek nefeste okuduk, Allah sizlere de O'nun açtığı yoldan gitmeyi nasip eylesin... Bende hocayı akpınardaki mescitte 2014-2020 arası kovid meselesi çıkana kadar takip ettim,(sonrasında genellikle ebuzerler mescidine gidiyordu oraya kendisi hayatta iken gitmek nasip olmadı cenazesine teşrif edebildik, keşke hayatta iken orada da bir Cuma gidebilseydik..) Akpınardaki mescid de vaazını, hutbesini dinlemek için inanın günlerden cuma olmasını iple çekerdim bazı günler, çünkü cuma günleri Kuranı Kerim den sureleri işlerdi ve tefsir yapardı, bazen de konular üzerinen sohbet yapardı infak, şirk gibi.. Cuma namazı tam da böyle olmalıydı diye düşünüyordum... Haftalık dozu aldığımda bana iyi geliyordu tıpkı bir deşarj oluyordum adeta.... Merkezden gelen hutbelerdeki klasik bir dil, ve samimi olmayan bir hutbe olmuyordu orada... kendisini dinlettiren bir hocaydı ve zayıf, sahih olmayan rivayetlere olan bakışı da güzeldi önce Kuran da Allah ne buyurmuş diye bakardı, bu da sahih olmayan rivayetlerdeki çoğu uydurma bilginin önünü almış oluyordu... ayrıca güncel olaylarla ilgili de sohbetleri, hutbesi olurdu israil filistine saldırmışsa onunla ilgili, mavi marmara ile ilgili vs. Bir keresinde Cuma günü sohbetinde bir suriyeli kadın kardeşimiz kirasını ödeyememiş bizlerden yardımda bulunmamızı istiyor diyordu, kimler verebilir el kaldırsın diyordu bazen bir kişi elini kaldırınca tamam namazdan sonra görüşelim derdi veya bazen de 10 lira verebilecek olanlar el kaldırsın namazdan sonra nedim abiye(müezzin) versinler diyordu.. infak a da teşvik ediyordu insanları... samimi bir ortamı ve sohbeti vardı.. Bunun yanında ramazanda teravih namazını kıldırdığında 8 rekat kılardı ama diğer camilerin 20 rekatından daha uzun ve lezzetli idi, vitr vacipteki açıktan duası bile ibadete ayrı bir güzellik katıyordu.. ramazan ayında cuma günleri de teravihtede "Şehrü ramazan ellezi ünzile fihil kuranü.." diye devam eden bakara suresindeki ayetleri de çokca namazda okurdu onu bile özlüyor insan gerçekten... mescidde yaptığı duaları bile farklıydı alışılmışın dışındaydı aklımda kalan birkaç tanesi şöyleydi; Allah'ım dünyada bize güzellikler verdiğin gibi ahirette de bize güzellikler ver, kalan ömrümüz geçen ömrümüzden hayırlı ise bize hayırlı ömürler ver, değilse bize hayırlı ölümler ver derdi... duası ile bile kendi şahsına münhasırdı... şahsen tanışmamız ve muhabbet fırsatımız pek olmadı birkaç kez oldu.. ama daha çok vaazından, hutbesinden tanımak nasip oldu... Allah kendisine rahmet eylesin, mekânı cennet olsun inşallah

MEHMET ÖZBERK 17 Ağustos 2022 11:35

YÜREĞİNE KALEMİNE SAĞLIK YASİR KARDEŞİM RABBİM HOCAMIZA RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN İNŞALLAH

Mehmet Ercan 17 Ağustos 2022 09:58

Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.

Hilâl 17 Ağustos 2022 09:55

Yüreğine sağlık Yasircim. Ramazan Keskin Hocamız(Amcamız) ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

Recep Tayyip Çelik 17 Ağustos 2022 09:08

Ramazan Keskin hocamıza Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah. Rabbim ailesine ve sevenlerine sabırlar versin inşallah

Yazarın Diğer Yazıları