Altan Murat Ünal

Ahlaki Çürüme Başlamışsa Toplumsal Çözülmeler Kaçınılmazdır

Altan Murat Ünal

Kapitalizm merkezli değerler dizgesi sonucunda bir kültürsüzlük, kimliksizlik ortaya çıkmış; bu kültürsüzlük ve kimliksizlik toplumları kuşatmıştır. Öyle ki, insan, kalabalığın içinde görünemez olmuş, unutulmuştur. Toplum ise kendi çıkarlarını önceleyen, giderek ortak paydaları azalan insanların oluşturduğu kuru kalabalıklar haline gelmiştir. 

Modern kapitalizm insanları hırçınlaştırmış, başkalarına güvenmeyen bireyler haline getirmiştir. Amansız rekabet, sınır ve ilke tanımayan kazanma güdüsü, kişisel başarı ve çıkar tüm değerlerin önünde yer almıştır. Hal böyle olunca kanaat, helal kazanç, doğruluk, merhamet, cömertlik, vefa gibi ahlaki erdemler başarı için birer engel sayılmıştır. Ahlaki erdemlerin engel sayılması bir hırs ortamının oluşmasının yolunu açmıştır. Asıl tehlike bundan sonra başlıyor: İnsanlar, içinde bulundukları durumu sorgulama yeti ve yeteneğini hırs ortamlarında yitirecekleri için şiddet kültürü yavaş yavaş yerleşmeye başlar. Güçlü uyarıcılar olmadığı takdirde böyle bir toplum çöker. Kur’an’ın yarısından fazlasını oluşturan geçmiş kavimlerin kıssalarına bakıldığında; helak olmuş kavimlerde önce tasavvurdaki bozulma, ardından bilgi ve bilinçteki tahrif, onun ardından imanda zafiyet ve sonra da ahlaki bozulma yaşanmıştır. Ahlaki bozulmayı yaşayan kavimler ise siyasal, sosyal ve ekonomik yönden çökmüşler, tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

Modern kapitalizmin dünya tasavvuru üç ana unsur üzerine kuruludur: Bireysel akılcılık, seküler ahlak ve ilerlemeci hümanizm. “Bireysel akılcılık”, geleneği ve tarihi özgürlüklerin önünde birer engel olarak görür. “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözü, modernitenin bireyci ve hümanist felsefesi olur.

Bu şekildeki bir bireycilik anlayışına İslam yer vermemiştir. Bizim inancımıza göre insan sosyal bir varlıktır, başkalarıyla bir arada yaşadığı takdirde kendisini gerçekleştirebilir, insan olmanın farkındalığını ve mutluluğunu yaşar. İşte o zaman bir medeniyet ortaya çıkabilir ancak. Batı düşüncesi, bireysel aklı aşan ortak inançları kabul etmemektedir. Din ile araya mesafe konulması da bu nedenledir. Batı düşüncesinin seküler kimliği sekülerizmin argümanlarından çok Hıristiyanların tutarsız teolojisinden kaynaklanmaktadır.

Modern kapitalizmin ikinci ayağını “seküler ahlak” oluşturur. Hıristiyanlığın Tanrı ve ahiret temelli ahlak öğretilerinin yerine insan merkezli bir değerler sistemi geliyordu. Dinden sıyrılmış, salt bu dünyaya özgü bir ahlak anlayışı… Metafizik temellerden yoksun seküler ahlak anlayışı… Bu nedenle seküler ahlak zamana ve coğrafyalara göre değişkenlik göstermekte, sürekli yeni tanımlamalara ihtiyaç duymaktadır. Bu durum ise seküler ahlakın bir çıkmazın içinde olduğunu gösterir.

Modern kapitalizmin ve onun ahlak tasavvurunun üçüncü ayağı kabul edilen “ilerlemeci hümanizm”, insanlara adeta bir yeryüzü cenneti sunmaya çalışıyor. Bu yaklaşıma göre insanlık hep ilerleyecek, gelecek her zaman geçmişten daha iyi olacak. Oysa her yeniliğin bir tekâmül olarak kabul edilmesi büyük bir hatadır. Her yeniliğin iyilik, güzellik getirmediğini herkes bilir. Her şeyin iyiye gittiğini ileri sürmek ne kadar doğru olur? O halde neden tıptan tarıma, uydu teknolojisinden silah sanayiine, iletişim aygıtlarına kadar ne varsa niçin insanlığın aleyhine kullanıldığının sorgulanması gerekmez mi?
 
Ne olması gerekir?

Kurumsal oluşumlara, insanlar arası ilişkilere, adalet ve eşitlik ilkelerine sırtını dayamayan bir ahlak öğretisinin toplumu istenilen erdemlilik ve huzur düzeyine ulaştırması beklenemez. Olması gereken ahlaki değerlerin bireysel tercihlere bırakılmadığı, nefsin arzularına göre biçimlenmediği bir sosyal yapının, insan ilişkilerinin ortaya çıkması için çaba göstermektir. Böyle bir yapı sağlandığında insanlar ahlaklı ve erdemli olmayı bir yük olarak görmezler. İşte o takdirde ahlak, kitaplardan öğrenilen değil içinde yaşanılan bir yaşam biçimi, bir dünya tasavvuru olacaktır. Böyle bir ahlaki ortam bugün de sağlanabilir, geçmişte olduğu gibi. İslam medeniyeti bu nedenle bir ahlak medeniyeti olarak anılmaktadır. İslam medeniyeti mutlak doğruların medeniyetidir. Mutlak doğruların kaynağı ise dindir    

Müslümanların yorum yaparken de değerlendirirken de eleştirirken de tasavvur edilen objeyle Allah arasında varoluşsal, aktif ve aktüel bağlar kurmaya çalışması gerekir. Bu obje hayatın tüm alanlarına ait unsurlar olabilir. Bir varlığın, oluşun Allah’tan bağımsız değerlendirilmesi doğru değildir. Ahlakın da… Çözüm, Müslümanların pratik duruşundadır. Aksi halde hiçbir çağrının, yol haritasının yararı olmayacaktır. Bir toplumda kötülükler hâkimse kötülüklerle mücadele etmeyenler de en az kötülük yapanlar kadar sorumludurlar. Böyle bir toplumda ahlaki çürüme başlamıştır. Ahlaki çürümenin ardından siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik bozulmaların, çözülmelerin, krizlerin yaşanması kaçınılmazdır.

Yazarın Diğer Yazıları