Necip Cengil

Bu yazının muhatabı ben dahil herkes

Necip Cengil

Hayat hesap günü durağına gelir orda yolcuların bir kısmını indirir, bir kısmı devam eder. Hesap günü dediğimizse hemen o andır aslında, uzak değildir. Kitap bizim yanılgıya düştüğümüzü ve hesap gününü uzak gördüğümüzü hatırlatır ve der ki; oysa acil yani canlı tutulması gereken hesap bilincidir! Bu bilinçle yolda olunmalı. Bu bilinçle ebeveyn olunmalı. Bu bilinçle evlat olunmalı. Bu bilinçle işçi, köylü, memur, iş sahibi, amir olunmalı. Bu bilinçle siyaset yapılmalı, emanet üstlenilmeli, bir şirketi, şehri, ülkeyi yönetmeye talip olunmalı! Bu bilinçle partiler, sivil toplum örgütleri kurulmalı. Bu bilinçle dernekler açılmalı, vakıflar ihdas edilmeli! Hesap bilinci yerleşmemiş kişiler hep zarar üretir; hem kendilerine, hem çevrelerine, yol arkadaşlarına zarar verirler.

Yol bizim zira bu yolu yürümek için var edilmişiz, köşemize çekilip; kim çevresine, hayata, insana, şehre, ülkeye ne yaparsa yapsın, ne zarar verirse versin bizi alakadar etmez diyemeyiz. Yolda olmak doğmakla alınan bir vazife, kimilerinin mazeretleri olur, mazeretleri yürümelerine, mücadelelerine mani olur. Yoldakilerin; bütün özür sahipleri adına, bütün canlılar ve cansızlar adına yolda olduklarını unutmamak gerekir. Halife olmaktır bu yani inşadır, üretmektir, gerektiğinde alkış, gerektiğinde muhalefettir. Varlık gayemiz ne müzmin muhalif olmak, ne adanmış alkışçılık ve soytarılıktır. Halifenin bir anlamı da “muhalefet” edebilmektir. Ve muhalefet görevini yapamayan hakkıyla halife olamaz, güdülür lakin kendini “halife” sanmaya devam eder. 

Kimi size yanaşır, helal haram demeden, sizin adamınız olarak nemalanmak ister, ne yapsanız alkışlar, kim eleştirse, yanlışı görüp düzeltme ihtiyacı duysa susturur. Böyle birini/birilerini baş tacı veya kapı kulu olarak değerlendirirseniz, bulunduğunuz makamda zarar üretirsiniz. Bu yapıyı bilir, kendinizi kimseden üstte, kendiniz dışındakileri emre amade hizmetçi görmezseniz birlikte fayda üretirsiniz. Bu dediklerimi bilmeyen yoktur fakat birilerinin tercihi kendi dışındakilerini emre amade hizmetçi görmekten yanadır. Bu bir tercihtir ancak yanlışlığı, ürettiği zararın sürekliliği tarihin şahitliğinde sabittir. Sorun bazı şeylere talip olanların, okumayı, düşünmeyi bırakmaları, kendilerini yeterli ve muhtaç olmayan makamında görme hastalığından beslenir. Basit lakin maddi yükü ağır çıkar odaklı düşünmenin, bu tavrı sürdürmenin beslenme kaynağı da okumamaktır yani aslında düşünmemektir, kendini yeterli ve müstağni ve hesabı uzak görmektir. Kendini mutlak hak sahibi, “tanrılaşmış kişi-her şeyi en iyi bilen, hep en doğru kişileri seçen” addetmektir. Öyle bir aşamaya gelinir ki; “efkâr sahibi, üreten, fikri sabiti reddeden kim varsa onları bana yaklaştırmayın” diyen yöneticiler çıkar, hatta baş tacı edilir.  Bu tarz kişilere yetkiler verilir, aldıkları idari emaneti daha iyi seviyelere taşımak için değil kendi yüklerini tutmak için çabalamaları dahi önemsenmez. İslam “emrin” iş olduğunu öğretir ancak bu tarz kişiler emirden buyurganlık anlar, tepeden bakarak buyurmayı sever olurlar. Seçilen ve yetki verilen kimi şahıs aldığı yönetim işi için makamına günde bir-iki saat uğrar ve geriye kalan zamanını yükünü tutmaya harcar, bunlar bilinir lakin ses çıkarılmaz. Zira karşılıklı olarak nemalanmak, hesabı uzak görme kabulü vardır. Ölmek uzaktır onlara, hesap hep “birileri bizi kurtarır” mantıksızlığıyla işletilir. Hep şefaat edileceklerine kanidirler ya da kendilerini böyle aldatırlar. Zaten aldatanların en büyük aptallığı aslında kendi kendilerini aldattıklarını görememeleridir.

Yolda en sıkıntılı handikaplardan biri “her gelen kendi ekibiyle çalışmak ister, karışmayın” ayarıdır. Bu zamanla bir ayarsızlık üretir. Zira “ekibim” diye yapılacak seçimde kitabın öğrettiklerine nedense uyulmaz. Mesela ehliyet ve liyakat sahibi olmasına değil “söz dinler mi, ne söylense yapar mı” ilkesizliği işletilir. Yalan söylemesi, yalanla iş çevirmesi, yağcılık yapması kolay yemin etmesi, rakip gördüğüne komplo kurma özelliği, çevresine karşı kırıcı ve kaba olması, çevresiyle alay etmesi, “kim bir görev aldığında kamunun bir iğnesini dahi uhdesine geçirirse ateşteki yerine hazır olsun” uyarısını dinlememesi gibi hususlar gözetilmeden “ekip” oluşturulmaktadır. Nice ekiplerin oluşturulmasında bu kıstaslara uyulmamakta ve kitaba “muhalif” hareket edilmektedir. Evet, bu bir özgürlük alanıdır ancak kitaba muhalefet özgürlüğü insana sürekli kaybettirmiştir, kaybettirmeye devam etmektedir. Bu kıstaslara hem seçenler hem seçilenler dikkat etmeli ancak alan memnun veren memnun ilkesizliği birlikte yürütüldüğü için sebep olunan ateş çukuru bir nesilden diğerine bırakılabilmektedir. Yapılan veya sebep olunan yanlışlar dile getirildiğinde, sebep olan kişilerin dinin önemsediği terimler kullanarak cevap vermesi de maalesef neslin dine karşı soğumasına sebebiyet verir. Bu tavır, bu tarz yapılan bütün iyi işlerin etkisini de giderek sıfırlar. Çoğunlukla bu ehemmiyet de göz önüne alınmaz.

Zamanla görülmüştür ki; nice kişi aslında kendi kirlerini, yılların biriktirdiği arkadaşlıkların omuzuna yükleme ve taşıtma yolunu tercih edebiliyor.

Ezcümle…

Bu satırlara öncelikle yazan muhataptır.

Yolcuyuz, yoldayız; duraklarda iner, bineriz. Hakikate ermek, insanlığa faydalı olmak, kendi kirlerimizi yol arkadaşlarımıza taşıtmamak diye bir derdimiz olmalı ve böyle sürmeli ve kendi kirlerini arkadaşlarına taşıtanlar, taşıtmak isteyenler ayıklanmalı.

Kendime ait bir dörtlükle bitireyim:

“Herkes Ömer olabilir, Faruk değildir.
Ebubekir olur lakin Sıddık değildir.
Tırmanır zirvesine de ulu dağların,
Adil, Muhsin, Hakim Şehr-i Emin değildir!”

 

Yorumlar 1
Osman Baharçiçek 08 Haziran 2021 08:47

Eyvallah üstat. Ellerine yüreğine sağlık. Yazının sonunda ki dörtlük çok anlamlı olmuş. Selam ve dua ile...

Yazarın Diğer Yazıları