Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ADALET VE SAMİMİYET KAZANDIRIR

Muhterem Dost,

Müslümanlar, Mısır’ı fethetmeden evvel Mısır, Romalıların elindeydi. Romalılar, Katolik mezhebine bağlı idiler. Mısır’ın yerli halkı olan Kıptîler ise Ortodoks mezhebine bağlı idiler.

Güç, Katoliklerde olduğu için Ortodokslar büyük baskı ve zulüm görüyorlardı. Halbuki bu iki mezhep de Hristiyanlığın mezhepleriydi. Aynı dinin mensuplarından bir grup, öteki grubu din adına katletmekte bir beis görmüyordu. Katoliklerin türlü işkencelerinden, ağır vergilerinden ve mallarını zorla gaspetmelerinden dolayı Kıptîler, bıkıp usanmışlardı.

Gün geldi, Mısır fethedildi. Hz. Ömer zamanıydı. Hz. Ömer, Mısır’a vali olarak Amr bin As’ı atadı. İşte o muazzam olay da o sıralarda vuku buldu. O muazzam olay ne miydi?

Amr bin As’ın oğlu, bir at yarışında kendisini geçen Kıptîlerden bir genci sırf kendisini geçti diye kırbaçla vurur. Vururken de “Ben şereflilerin oğluyum. Her ne kadar yarışı sen kazanmış olsan da ben daha üstün olanım. Çünkü ben şereflilerin oğluyum.” der. 

Olayı haber alan Kıptî gencin babası Mısır’dan kalkıp Medine’ye gider. Oğluna yapılanları halifeye şikâyet eder. Halbuki bir zamanlar aynı dine mensup oldukları Romalıların kırbaçları altında ölüyorlardı da gıkları çıkmıyordu. Şimdi ise kendilerine vurulan bir kırbaç darbesine bile tahammül göstermiyorlar. Neden mi? Çünkü İslam, onlara insanî şeref ve haysiyeti fark ettirmişti.

Âdil halife Ömer, Amr bin As’ı ve oğlunu Medine’ye çağırıyor. Kıptînin eline kırbacı verip Mısır valisinin oğluna vurmasını söylüyor. Mısır valisine de dönüp şu unutulmaz sözünü söylüyor: “Ey Amr! Annelerİnİn hÜr doĞurduĞu kİmselerİ ne zamandan berİ kÖleleŞtİrdİnİz?”

İşte bu olay, Mısırlıların kalplerini fetheden ve Allah’ın dinine girmelerine vesile olan olaylardan sadece birisiydi bu…

●●●

Yine Hz. Ömer’in halife olduğu yıllardır. Ebu Ubeyde bin Cerrah, İslam orduları genel kumandanıdır. Fethettikleri topraklarda yaşayan gayrımüslimlerden, kendilerini himaye etmeleri karşılığında cizye alıyorlardı. Rumların, büyük bir orduyla üzerlerine geldiklerini haber alan Ebu Ubeyde, toplanan cizyeleri sahiplerine geri dağıtıyor ve onlara diyor ki: “Üzerimize büyük bir ordu geliyor. Bu durumda bizim sizi himaye etmemiz zor görünüyor. Eğer Allah, onlara karşı bize zafer nasip ederse, biz yine taahhüt ettiğimiz şartları yerine getireceğiz.”

Müslümanlar, zafer kazandılar. Hristiyanlar da tekrar cizye vermeye başladılar. Fakat onlar, önceden benzerini görmedikleri bu olaydan çok etkilendiler. Kalplerini de topraklarını da cömertçe İslam’a ve Müslümanlara açtılar.

Bu misalleri seninle paylaşırken aklıma Seyyid Kutub’un şu sözü geldi:

“Allah’a yemin olsun ki binlerce konferans, milyonlarca vaaz, yüzlerce kitap, milyonlarca dergi, gazete, broşür asla İslam’ın yaşandığı ve hâkim olduğu ufak bir mahalle kadar etkili olamaz.”

Seyyid Kutub’un kardeşi Muhammed Kutub da şöyle diyor:

Bu ümmetin yerine getirmekle yükümlü olduğu davet, İslam’a dair ve onun güzelliklerini anlatan kitaplar yayınlamak ya da konferanslar vermek değildir. Aksine, davet ancak ilk defa yayıldığı şekliyle, canlı örnek aracılığıyla yayılır. Bu canlı örnek, İslam’ın değerlerini ve ilkelerini fiili olarak gerçekleştirir. Bunu, yeryüzünde yürüyen canlı bir vakıa olarak ortaya koyar. İnsanlar da örnekleri gözleriyle görüp beğenerek bu dine girerler. İşte ilk davet bu şekilde yayılmıştır.

Rasulullah(sav), Mekke’de insanları davet etmeye başladığı zaman, onları sadece kelimelerle davet etmiyordu. Rasulullah(sav) ahlâkında, yaşantısında, duygularında, yaptığı her bir hareketinde Kur’an-ı Kerim’in tercümanıydı. İnsanları işte böyle davet etti.”

Ey nefsim ve ey kadim dost!

Şimdi sıra bizde. Ahlâkımızla, yaşantımızla, duygularımızla, hülasa yaptığımız her bir hareketimizle İslam’ı tebliğ etme sırası bizde. Çünkü biz “Müslümanız” dedik bir kere.

Vesselam…

NOT: Muhammed Kutub’un “Kur’an-ı Kerim’den Eğitici Dersler” isimli eserinden istifade edilmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları