Vahdettin Yiğitcan

Boğaziçi Üniversitesi'nde Yaşadığım Hayal Kırıklığı

Vahdettin Yiğitcan

Günümüzden tam sekiz yıl önce büyük bir hayal kırıklığı yaşadım Boğaziçi Üniversitesi'nde...

O dönemde Çanakkale'nin ücra ilçesi Ayvacık'ın şirin beldesi Küçükkuyu'da uzlet halindeyim...

Günlük hareket alanımı anlamlı kılmak ve genişletmek adına her sabah yorulmak şartıyla Assos yönüne doğru deniz kıyısını takip ederek, zeytinlikler arasında yürüyüş yapıyorum. Dönüş yolumu ise Küçükkuyu Limanı mendireğinin ucundaki Deniz Feneri'nin etrafını dönerek noktalıyorum.

Günlerimin tekdüze seyrettiği bir sonbahar günü gazetelerden birinin sitesinde rastladığım İkinci Bahar Üniversite çağırısı ilgimi çekti. Şöyle diyorlardı: 

"Boğaziçi Üniversitesi kuruluşunun 150. yılını kutlarken, Harvard Üniversitesi’nin katkıları ile, öğrenmenin yaşı olmadığını kanıtlayacak sıra dışı bir programa imza atıyor: 

İkinci Bahar Programı. Harvard Institute for Learning in Retirement Programlarından esinlenilerek; ayrıca kurumlar arasındaki karşılıklı akademik ve kültürel ortaklığı arttırıcı bir işbirliği hedeflenerek ortaya çıkan bu programda, katılımcılara şimdiye kadar isteyip de üzerinde çalışma olanağı bulamadıkları alanlarda kendilerini geliştirme imkanı sunuluyor.

Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi tarafından, “İkinci Bahar”larını yaşamakta olan öğrencilerimize özel olarak hazırlanan tarih, arkeoloji, politika, sanat ve insan bilimleri alanlarındaki derslerle bu konulardaki bilgi birikiminin ve deneyimlerin arttırılması hedefleniyor."  

Daha ne desinlerdi, adeta bana yapılmış bir çağırıydı bu davet.

Derhal derslere göz attığımda 1. Modül olarak belirlenen "İmparatorluk Mirası, İstanbul" konusu, tam istediğim konuydu...

Vakit kaybetmeden hemen üniversite ile iletişime geçtim ve kaydımı yaptırarak katılımcı kimliğimi almış oldum. Yüklü bir miktar da para ödedim...

Yanılmıyorsam, Boğaziçi Üniversitesi'nin Hisarüstü Yerleşkesinin Bebek Kampüsü, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi binasında,13 Kasım 2013 Çarşamba günü saat 10'da ilk dersimiz başladı..

Derslerimize gelince, Anadolu Kültürel Mirası Erken Dönem, Bizans Dönemi, Bizans Konstantinopolis İmparatorluk Mirası, Kozmopolit şehir olarak İstanbul, Efsane ve Gerçeklik, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul Tarihi Yarımada Sunumu ve  İstanbul Tarihi Yarımada Gezisi şeklinde sıralanmıştı...

Okula ben, her hafta salı gecesi Küçükkuyu'dan kalkan İstanbul otobüsüyle taşınıyordum. 

Sabahın saat 05'inde İstanbul Esenler Otogarı'ndan kalkan servis minibüsüyle de Unkapanı'na geliyordum. Vakit çok erken olduğu için henüz gün aydınlanmamış oluyordu... 

Küçükpazar semtinde açık olan kahvelerde çay içerek ve yanımda getirdiğim kitaplara göz atarak zaman geçiriyordum. 

Okul saatine yakın Kabataş'tan kalkan Hisarüstü Otobüsüyle ver elini Boğaziçi...

Lafı fazla uzatmadan söyleyim, derslerde Bizans anlatılırken hayranlık ifadeleriyle övgü dolu sözler sarf ediliyor, sıra Osmanlı'ya gelince alabildiğince aşağılayıcı ve rencide edici hükümler havada uçuşuyordu...

Hiç unutmam bir derste, tarihçi Prof. Dr. Edhem Eldem Osmanlı'da Sosyal Hayatı anlatırken, kadınların hiç bir sosyal statülerinin ve iradelerinin olmadığını söyledi. Sayın Eldem'in bu tespitinin gerçeği yansıtmadığını söyleyerek söz aldım ve saygıdeğer merhume Hatice Turhan Sultan'ı örnek göstererek tezinin yanlışlığını ifade ettim.

Bütün sınıf hayretler içinde yaptığım bu itiraza dikkat kesilmişti...

O Hatice Turhan ki, Rusya'da esir alınıp İstanbul'da Kösem Sultan'a hediye edilmiştir. 

O küçücük kızcağız köle olarak girdiği sarayda terbiyesi, iyi niyeti, akıllılığı, dindarlığı ve ahlakıyla kendini kabul ettirip sevdirerek padişah annesi olmuş ve "Valide Sultan" mertebesine yükselmiştir...

Hatice Turhan Sultan'ı ilk kez Eminönü Yeni Cami'nin arkasında bulunan kendi yaptırdığı türbesinin önünde yer alan levhada hayat hikâyesini okuyarak tanımıştım. 

Sayısız hayır ve hasenatta bulunan merhume sultanımız, tevazu sahibi bir kadın olarak, sıradan insanlardan bir insan acziyeti  ile büyüklenme göstermeden kendi yaptırdığı türbesinin kitabesine yazdırdığı duası muhteşem güzeldi, o mümin ve hayırsever kadın Allah'a şöyle yakarıyordu "Allah'ım Bizlere Hayırlı Kapılar Aç" O kudretli kadının dileğine bakar mısınız?

Sayın Eldem'e sınıftaki arkadaşlara burada zikrettiğimden daha fazlasını anlatarak, Osmanlı'da Kadın Konusunun hiçte öyle sanıldığı gibi kadınların, iradesi elinden alınmış varlıklar olmadığını söyledim... 

Son olarak gerçekleştirdikleri İstanbul Tarihi Yarımada Gezisi ile Boğaziçi Üniversitesi'nin bilinçaltı maksadı yakayı ele veriyordu...

Tarihi Yarımada Gezisinde Bizans'tan günümüze kadar varlığını korumuş ne kadar kilise, manastır, tekfur sarayı, katedral varsa hepsini gezdik...

Benim o dönemde anlamadığım sorun, Boğaziçi Üniversitesi'nin sahibi Amerika'nın insanlar arası dil, din, ırk gibi ayrıştırıcı hususiyetleri önemsemediği ve  insanlara eşitlikçi yaklaştığı şeklindeydi... Tipik bir müslüman saflığı diyebilirsiniz buna... 

O tedrisattan geçtiğimiz 1453 yılından 2013 yılına kadar 560 sene Müslüman Türklerin hakimiyeti altında yaşayarak günümüze kadar gelen İstanbul, hala dipdiri Bizans eserleri ile bezeli ise bu durum Müslümanların ancak hoşgörüsü ile açıklanabilir.

Ayrıca, o tedrisatta İstanbul'a Müslüman Mührünü vuran Cihan Devleti Osmanlı'nın eserlerini görmezlikten gelmekse bilimsel körlük değilse, apaçık nankörlüktür!...  

İlk Misyoner Okulunun Kısa Hikayesi

Robert Koleji : Boğaziçi Üniversitesi

Yeni rektör atamasıyla ülkemizin gündemini günlerdir işgal eden Boğaziçi Üniversitesi, moda tabirle ifade edecek olursak bir üniversiteden daha fazlası...

Nasıl mı, şöyle: Kuruluş dönemini, kurucusunun kimliğini, kuruluşunun arkasındaki ülkeyi ve kuruluş amacını anlayabilirsek neden bir üniversiteden daha fazla bir işleve sahip olduğunu görebiliriz. 

Etrafında kopartılan yaygaranın bilimsel özgürlük ve eğitim kalitesiyle uzaktan yakından ilgisi yok... 

158 Yıllık geçmişiyle çok önemli bir yere sahip Robert Koleji'nin kurucusu, rahip Cyrus Hamlin, eşi Henrietta ile birlikte(2. Mahmut'un son Dönemi) 17 Ocak 1839’da önce İzmir’e, on gün sonra da İstanbul’a gelmiştir. Portland Kilisesi’nin sağladığı  bursla öğrenim hayatını tamamlayan Hamlin misyoner faaliyetler yürütmek üzere İstanbul'a geldiğinde dönemin siyasi şartlarını gözlemlemesi sonucu 1840 yılında İstanbul Boğazı'nın Bebek semtinde Bebek Teoloji (Hristiyan Din Bilimi) Okulunu açarak bu okulda ağırlıklı olarak Ermeni çocuklarını okutmuştur. Okulunda öğrencilere sadece din eğitimi vermemiş, din eğitiminin yanı sıra okulda öğrenci olmayan çocuklara da günün ihtiyaçlarına yönelik modern anlamda katılımcı eğitim yöntemiyle ileri düzeyde zenaat uygulamalarına ek olarak fizik ve kimya öğretiminde de bulunmuştur. 

20 yılı aşkın bir süre Teoloji Okulunu yöneten Hamlin 1860 yılında Teoloji Okulundan ayrılmış ve Bebek Teoloji Okulu Hamlin'in ayrılmasından sonra yeni mekânı Merzifon'a taşınmıştır.

Hamlin bu kez, Amerikalı tüccar Christopher Rheinlander Robert’in maddi desteği ile İstanbul’da Hristiyanlığın Protestan ilkelerine bağlı bir kolej kurmaya karar vermiştir.

Hamlin, Kolej’in kuruluşu için gerekli maddî imkanlara kavuşur kavuşmaz arâzî aramaya koyulmuş ve Ahmet Vefik Paşa’ya ait Rumeli Hisarını tepeden gören, Boğaz'a nazır arâzîyi uygun bulmuştur.  

Ahmet Vefik Paşa önce arâzîsini satmak istemese de sonra bazı sebeplere istinaden râzı olmuştur...

Arazi alınmış alınmasına ama yerel idarecilerce bir türlü imar izni verilmemektedir...

Devlet yetkililerinin okulun imâr iznini sürekli ertelemesi sebebi ile Hamlin, koleji halihazırda Merzifon’a taşınmış olan Bebek Teoloji Okulu’nun eski binâsında açmaya karar verir. 

Nihayet okul, 16 Eylül 1863’te üç İngiliz bir Amerikalı olan dört öğrenci ile açılmıştır. 

Araziyi satın almış olsa da imâr iznini bir türlü çıkaramayan Hamlin, araya yüksek diplomasiyi sokmuş, 1868 yazında, Amerika’nın Avrupa Donanma Komutanı Amiral David Farragut’un İstanbul’da onuruna verilen ziyafette konuyu dile getirmesini sağlamıştır. 

Amiral, okulun inşaatına neden müsaâde edilmediğini Sadrâzam, Serasker, Hâriciye ve Bahriye Nâzırlarına ayrı ayrı sorunca, donanmanın okul meselesi yüzünden geldiği düşünülmüş, bunun üzerine sadece inşâ izni verilmekle kalmamış, okula Amerikan bayrağının bile asılmasına imkan verecek şekilde kapitülasyon izinleri verilmiştir.

Okulun Rumeli Hisarı’nda yeni inşa edilen binaya taşınması ise ancak 8 yıllık bir aradan sonra 1871’de mümkün olmuştur.   

Okuduğunuz yazının kaynağı:
Dr. Öğr. Üyesi Sena COŞĞUN KANDAL - Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Uluslararası Sosyal Bilgilerde Yeni Yaklaşımlar Dergisi,2017, 1, 91-105

Özetle Alıntılanan Adres:  
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/405501

Yazarın Diğer Yazıları