Süveyda Keskin

Tükeniyoruz (1)

Süveyda Keskin

Tüketim: “Tüketici pazarına hükmeden kriterlerin, insan ilişkilerine taşınması, nakledilmesi eğilimidir.  Bozulan her eşyanızı onarmak yerine yenilerini alıyorsanız ve bu kriteri insan ilişkilerine naklediyorsanız “insan israfı” eğilimine girmiş, yalnızca makineleri değil insanları israf etmiş olacaksınız, “ der, ünlü Polanyalı sosyolog Zygmunt Bauman.
Gelin maddeyi tüketen insanın, tüketme işlemini nasıl “ insanı tüketme “ (israf etme) eğilimine dönüştürdüğüne beraber bakalım.
Tüketmek: Yok hale getirmek sonunu getirmek, istihlak etmektir. Sözlük anlamıdır bu. Çok ilginçtir ki günümüzde ihtiyaç kelimesinin yerine kullanılmaya yönlendirilmiştir. Oysa ihtiyaç, ihtiyaç duyduğumuz, gerekli gördüğümüz şeydir. Zaruri olandır.  Görülüyor ki “tüketim” kavramının “ ihtiyaç” yerine konulması bilinçli yapılan bir iştir. Toplumları kendi düşünce ve menfaatleriniz doğrultusunda manipüle etmek için yapılacak önemli işlevlerdendir, “dil ile oynamak.”  Sahip olduğunuz dil hal ve ihtiyacınızı karşılamıyorsa ifadeniz yerini bulmayacak, anlam ve öneminde sapmalar olacaktır. Tüketim kavramında olduğu gibi.

 “Tüketim” aslında iktisadi bir kavramdır. Ünlü İngiliz iktisatçı Keynesyen ilk defa üretimin karşıtı olarak kullanmıştır. Tüketim, üretimin zıttıdır yani.
Üretim: Mal ve hizmet meydana getirme, yapma, imal etme ve imalattır.
İhtiyacın giderilmesi için üretime ihtiyaç vardır. Ve ihtiyacın karşılanması zorunlu olan şeydir. Ve burada sadece ihtiyaç hedeflendiği için kısıtlıdır, gerektiği kadardır. Tüketmek ise tam tersidir. Siz elinizdeki bir şeyi tüketmeyi hedeflediğinizde onun sonunu getirir, yok edersiniz. Şimdi nasıl oluyor da ihtiyaç teriminin yerine tüketim terimi getiriliyor.
 Kapitalizmin körüklediği seri üretim stoklarını tüketmeniz, sonuna kadar almanız içindir. Medya, semboller, imajlar toplumumuzda belirleyici ve dönüştürücü bir nitelik taşıdığından insanlar, kendi algılarının dünya perspektifleriyle veya yaşam koşullarıyla ne kadar örtüştüğünün farkına bile varmaz. Bundan sonra habire tüketmek için çalışan, yaşayan varlıklara dönüşür. Bu toplumsal değişikliği sosyologlar “ tüketim toplumu olarak nitelendirmişlerdir. “ Ne yazık ki ülkemizde “ tüketim toplumu” kategorisindedir. Üretmeyen ama tüketmeyi iyi bilen duayen bir toplum. “ Alışveriş yap, mutlu ol” Sloganı hayli cezp etmiş olacak ki AVM ve diğer alışveriş merkezleri dolup taşıyor. Bir başkasının ürettiğini, biz tüketirken mutlu oluyor, hatta gurur duyuyoruz. Böyle bir paradoksun içerisindeyiz, yazık…
“ Harca harca bitmez” , yalanın batsın. Ne harcanmış da bitmemiş? Harcamak, tüketmekle eş anlamlıysa zaten harcanılan şey bitmiştir. Elinizdeki parayı harcarsınız biter, elinizde değildir artık. Arkadaşınıza harcarsınız biter arkadaşlığınız, harcadınız onu.
Tüketim, iktisadi bir kavramdır dedik. Ekonomik dalgalanmalarda siyasiler “ alın verin ekonomiye can verin” derler. Piyasanın hareketlenmesi için. Çünkü tüketim harcamaları milli geliri oluşturan unsurdur.  Fakat aşırı tüketiminde ekonomik dalgalara sebebiyet verdiği gerçeği harcamaların belli bir seviyede dengede tutulmasını zaruri kılar.
Zaten iktisat yani ekonomi denge demektir. Hangi bazda alırsanız alın, her bütçe dengeyi korumak zorundadır. Devlet, aile, öğrenci bütçesine göre harcamak zorundadır. Tersi çöküşü hazırlar.

Zaten iktisat ilmide bu amaçla ortaya çıkmıştır. İktisat: Sınırsız olan ihtiyaçların sınırlı olan kaynaklarla nasıl daha iyi ve etkin bir şekilde giderilebileceğini inceler. Yaşadığımız dünyanın kaynakları sınırlıysa yok etmek manasında tüketmek, kimlerin işine geliyor? Esasında kimleri tüketiyor, harcıyor. Ne demişti Allah, “Yiyin için, israf etmeyin çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Araf-31)

Hayatınızı sürdürmek için yemeli içmelisiniz ama ihtiyacınız kadar olanı, fazlası israfdır. 
Paranızın, emeğinizin sağlığınızın israfıdır. Ve yine Allah, “Eli sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da olma, sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak duruma düşersin." (İsra-29) Ayette görüldüğü gibi iktisat yolu olan orta yolun iki aşırı tarafı olan israf ve cimriliği hoş görmemiştir.
“Hayıflanacak duruma düşersin”  bazı meallerde “baka kalırsın. “ diye geçer. Hayıflanırsın, niye, neden oldu? Nasıl oldu? Keşke yapmasaydım der, hayıflanır da hayıflanırsın. Hüsrana uğramışsındır sana sadece “baka kalmak” düşmüştür.

Evet, insanoğlunun baka kalmasına şoka girmesine ramak kalmıştır. Her şeyin sonunu getiren zaman diliminin arefesindeyiz. Devamı yarın

Yazarın Diğer Yazıları