
Tevazuyla yaşamak
Nesibe Aldemir
İnsana en yakışan güzide hasletlerden biridir tevazu. Kim giyerse o elbiseyi üzerinde güzel durur. Ve bütünleşir kâinatla, yaratılan her zerre varlıkla. Bu bütünleşmenin çıkardığı ses uyumu insana huzur ve selamet verir.
Yeryüzünde akıl ve vicdan sahibi olarak yaratılan tek varlıktır insan. Bu haseple diğer canlılara göre benzersiz olma ününü taşır. Dünyanın üzerini saran uçsuz bucaksız göğün mavisinden bakınca kâinat üzerinde zerre misali yer tuttuğunu görür insan.
Kendimizi tek ve yek hissetmemizin yanında kâinatta zerre kadar yer kapladığımızı yüksek pencerelerden bakınca görürüz. Bu farkındalığa erişince Kaf dağında gezen burnumuz yere iner, dünyanın sadece bizim için döndüğü tezimiz ise çürür.
İnsan ki yeryüzüne halife kılındı, insan ki parmak izi her biri birbirinden ayrı çizildi. Fakat bu gerçekler bizi birbirimizden daha üstün yapmıyor. Sadece ayrı ve özel yapıyor. Kişiye özel hediyeler misali kişiye özel mizaç ve karakterler vermiştir Rabbimiz. Bu farklılıklar dış görünüşümüzü de kapsamaktadır. Bütünsel anlamda düşünüp idrak edince farlılıkların hayatımıza kattığı zenginlikleri daha net şekilde hissetme imkânı buluyoruz.
Fakat dar çerçevelerden bakınca kendi biricikliğimiz dışında diğer insanların biricikliğini hiçe sayıyoruz. Bu hal ve tavırlar bizi kibrin kollarında derin uykulara daldırıyor. O uykuda gördüğümüz rüyalarda kendimizi etrafımızdaki herkesten üstün, herkesten özel ve herkesten temiz sanıyoruz. Bu sanrılarla kibrimizi besleyip büyütüyoruz. En doğrunun kendimiz olduğu düşüncesiyle de Nirvana’ya varıyoruz. Gel gör ki biz o Nirvana’da uyurken hayatın tüm güzellikleri elimizden kayıp gidiyor.
Bir selamla ısınmayan içimiz bir kelama da muhtaç kalıyor. Aynı evde aynı iş yerinde aynı ortamlarda birbirimize yabancılaşıp körleşiyoruz. Oysa tanımadığımız insanlara selam vermemizi öneriyor ruh bilimi, hayatı hissetmek ve daha mutlu yaşamak için.
Fakat kibrimiz kalbimizin gözlerini o denli tıkamış ki etrafımızdaki insanların da bir ruh bir kalp taşıdığını hiçe sayıyoruz. Bu akıntıya kapılıp gittikçe hayata, insanlara ve olaylara tevazu ile bakmayı kaybediyoruz. Böylece hayatı yüzeyde yaşamaya başlıyoruz.
Oysa hayat doyumu için yaşamımızda az da olsa derinlik olmak zorundadır. Anlaşılmak kadar önem taşıyan anlamak fiili hem tevazu gerektirir hem de açık fikirlilik. Bu yolda güç harcayıp gayret ettikçe hayatın derinliklerine doğru yol alacağız. Önce kendimizi anlama gayretinde olup kendimize tevazu göstereceğiz akabinde etrafımızdaki insanlara. Yine kendimize bu âlemde zerre olduğumuzu hatırlatacağız. Bu hatırlatmalara kâinatta biricik olduğumuzu da ekleyeceğiz. Ve kendimize yaptığımız bu hatırlatmaları diğer insanlar için de geçerli kılacağız. Hem gönül gözümüz hem de gören g/özümüz daha net olarak bakacak yaratılan tüm mahlûkata. Kibri kazıdıkça aynalarımızdan tevazu bir bez misali daha da aydınlatacak görüşümüzü.
Velhasıl hatırlatmakta fayda var ki dostlar; ne rengimiz ne ırkımız ne de cinsiyetimizdir bizi birbirimizden üstün kılan. Dışa yansıyan güzelliklerimizin hepsi bize verilmiş bir emanettir esasında. Hal böyle iken elinde olan tüm güzellikleri kendinden sananlarımız akıl almaz bir kibri kendilerine hayat felsefesi yapıyor. Bu duruma ilaveten dünya sadece kendilerinin etrafında dönüyor zannına kapılıyorlar. Fakat insana kibirle yaklaşan, etrafına üst perdeden bakanlar hayatta birçok güzelliği göremeden yaşayıp gidiyorlar. Uzaktan seyrediyorlar manzarayı. Oysaki ayaklarımız da yüreğimiz de yeşil çimlere basıp durmadan akan nehirler de ıslanmayı hak ediyor. Bu haktan kendimizi mahrum etmeyelim vesselam.