Nesibe Aldemir

Farkında Mıyız?

Nesibe Aldemir

“Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında

Yekpare, geniş bir ânın

Parçalanmaz akışında” diyerek akıyor Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dizeleri. İnsan, zamanın içinde yavaş yavaş eriyen bir buz dağına benzer. Nasıl bir hızla erdiğinin farkında değildir. Bu nedenle çalakalem yaşar günlerini. Bazen planlar yapar haftayı, ayı, yılı kapsayan bazen gününü gün eder bazen de saniyeleri dondurmak ister. İçini saran umutsuzluklara rağmen yaşamak gibi bir sancıyı yüreğinde taşır. İnsan, varlık âleminden sonsuzluğa uzanan çizgiden duyguların rengine belenerek geçer. Bu çizgi kalp atışlarını gösteren çizgilere benzer. Ritmi zaman zaman düşer zaman zaman yükselir. 

 İnsanoğlu hayatı boyunca bu çizgiyi tek ritme düşürmek için uğraşır. Fakat bilmez ki hislerini rafa kaldırıp yaşamak gibi bir şansı da yoktur. Böylesi bir yaşam arzusu kontrol edilebilir bir makinaya dönüşme isteğidir aslında. Hep güleyim, sürekli mutlu olayım, acımı baki yaşayayım, tüm yollarım dikensiz olsun, sürekli olumsuzluklara sarılayım gibi tek düze bir yaşam çizgisi insanı insan olmaktan çıkarır. Ve onu mekanik bir alete dönüştürür. Bu dönüşüme eşlik eden ömür tek mevsimde solar gider.

 Oysa hayat dediğin farkındalık ister. Bir çiçeği, kuşu, kelebeği, yağmuru, karı, sonbaharda sararan yaprakları, toprağın üzerini saran yeşilin bin bir tonunu, güneşin asilce süzülen ışıklarını, bu ışıklarda hayat bulan canlıları, mazlumun yanağından düşen gözyaşını, masumca gülüşlerini yeryüzüne dalga dalga yayan çocukları, sinesinde acıyı kelepçelemiş hüzünle bakan gözleri, mavi bağrında bulutları sarıp sarmalayan gökyüzünü, gecenin karanlığına umursamaz bir tavırla göz kırpan yıldızları, caddelerin ve sokakların ruhunu, kelimelerin ve sözün gücünü, kalbi saran sevgiyi, tüm kâinatı yaratan İlahi Kudreti… Ne kadar fark ederek yaşıyoruz? 

 Yaşamak zamanın içinde olmak mı yoksa dışında gezinmek mi? Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışında y/aşarken hayatı, gönlümüzün ahvali nicedir? Doyumsuzluklara teslim olmuş bedenlerimiz ruhlarımızı müebbet hapse mi reva görüyor? Bir yığın paradigmalara hizmet eden zihinlerimiz parçalanmaz bir akışın içinde durulmaya umuyor. Umduğunu bulamayınca da karanlık bir dünyanın kaybolmayı tercih ediyor. Bu tercihler ise insanı zamansızlığa sürüklüyor. Gönül gözü körelen insan zamanla farkındalık duygusunu da yitiriyor. 

 Yitirdiği en nadide duygusuyla hayatın tadını almaya çalışıyor çaresizce. Fakat bu mümkün olmuyor. Her solukta içine çektiği dünya nefesini biraz daha daraltıyor. Çıkmaz sokakların içinde aynı yolu binlerce kez yürümeyi yaşamak sanıyor. Gün sonu yaklaşınca ömrümüzden bir gün daha gitti diyor, gidenin bıraktığı izlerin farkında olmadan. Öyle ya ne insan baki ne de zaman… İkisi de geçip gitmekte yarış halinde. Ama dolu ama boş…

Hayatımız kendi elimizle ördüğümüz duvarların arasında geçip gidiyor. Bize eşlik eden nağmeler yorgun ve kimsesiz. Duvarlarımızda yankılanan sesler içimizle uyumsuz kafiyeler misali dökük. Sözümüzden uzak düşmüş özümüz. Sürekli karşı tarafa tuttuğumuz aynalardan mı kendimize olan körlüğümüz? Sorgulamalı insan, hayatta payına düşen her kareyi. Dünyanın içine daldırdığı elini iyiliğe ne kadar uzatabildiğini, dünyanın esiri mi misafiri mi olduğunu. Heybesine doldurduğu anları, anıları… Ya da neyin ne kadar farkında olduğunu… Farkında oldukça fark edenleri… 

 Vesselam.

Yazarın Diğer Yazıları