Mehmet Zeki Dinçarslan

Mesaj vermesen de olur

Mehmet Zeki Dinçarslan

Eskiden, mesaj yayınlamak, sadece devletin ekâbirine has bir imtiyaz idi. Belki bir kaç tane işadamı daha ekleyebilirsiniz mümkünler listesine. Bunun dışındaki kahhar ekseriyetin özel günlerde ya da sıra dışı olayların üzerine mesaj yayınlamaları gibi bir durum yoktu. Kendi aramızda istediğimiz kadar mesaj verebiliyorduk. Çarşıda, pazarda özel günün ya da mühim hadisenin güzelliğine ya da trajikliğine dair istediğimiz kadar konuşabiliyor ve fakat mesaj yayınlayamıyorduk. 

Ne olduysa iki binli yıllardan sonra oldu. İki binli yıllara, sıradan halkın yükseliş devri diye isim verebiliriz. Biz sıradan insanlar için tarih değişmişti artık. Bundan sonra "sessiz kitleler" olarak adlandırılmamız söz konusu olamayacaktı zira sesimizi her şekilde çıkarabilecektik. Dünün dünyasında sıradan halk için ses duyurmak ne mümkün? Belki bir iki ozan, belki bir iki cami imamı dışında kimin ne haddineydi mesaj vermek. İki binli yıllarda teknolojinin gelişmesi, internetin yaygınlaşması beraberinde kitlelerin kendi mesajlarını verebilecekleri mecraların oluşumunu getirdi. Ses duyurma kanalları o kadar çeşitlendi ki, yaygın medyanın neredeyse pabucu dama atıldı ve zirveye sosyal medya oturuverdi. 

Ne kadar susamışız mesaj vermeye, sosyal medyayla birlikte anladık. Binlerce yılın sessizliğini o kadar bangır bangır bozduk ki, sosyal medyada yapılan yayınların önemli bir kısmını sıradan kullanıcıların verdiği mesajlar oluşturuyor artık. Dünün dünyasında sadece devlet büyükleri ve birkaç başka gruba ait olan bu mesaj verebilme ayrıcalığı sıradan insanların eline geçince her köşeyi bir kanaat önderi, siyasi lider, devlet büyüğü işgal etti adeta. Mahalleden bir amca bakıyorsunuz sosyal medyadan nasihatlerini vermiş yetinmemiş Whatsapp durumuna günün anlamıyla ilgili fotoğraflı mesaj koymuş fırsatı olsa senin kafanın içine girip aynı sözleri kendi sesiyle tekrarlayacak. Kitlesel olarak mesaj verebilme peşinden koşuyor olmamız binlerce yıllık kalıpların kırılmasının sebep olduğu bir şımarıklığın neticesi. Doyumsuz bir şekilde özel gün arıyoruz. Cuma günleri Cuma mesajı verdikten sonra bekliyoruz ki bir özel gün daha gelsin. Dini bayramlar, milli bayramlar, kandil geceleri bizi kesmiyor artık. Saygın kişilerin ölüm yıldönümleri ile büyük olayların yıldönümleri birbirine karışıyor. Sürekli mesaj yayınlamak zorunda hissediyoruz kendimizi. Mesaj yayınlamayınca açlık hissediyoruz. 

Yatalım kalkalım, demokrasimize şükredelim. Bu kadar mesaj yayınına müsaade edecek bir yönetim şekli varsa o da demokrasidir. Otokratik yönetimlerde mesaj yayınlama hakkı sadece yöneticilere aittir. Düşünsenize, padişahlığın-krallığın olduğu bir ülkede yaşıyorsunuz ve durup durup mesaj yayınlıyorsunuz. Padişah demez mi "Höst bre, sen de kim oluyorsun, benim ülkemde mesaj yayınlıyorsun?" Demekle kalkmaz en hafifinden falakaya yatırtır adamı. Hamdolsun ki demokrasinin türlü nimetleriyle birlikte “mesaj yayınlama hürriyeti”nden de istifade edebiliyoruz. 

Mesaj verme alışkanlığı bir süreden sonra insanda psikolojik sorunlara yol açıyor. “Bayram geliyor ne mesaj versem?” “Kandil mesajım bir öncekinden farklı olsun” diye başlayan düşünceler zamanla kaygı bozukluklarına yol açarken sürekli mesaj yayınlamaktan doğan bir “takipçilerim var” hissiyatı da minik şizofreni dalgaları gibi çarpıyor ruh sağlığının kıyılarına. Hâlbuki mesaj verebilmenin hayatımızda değiştirdiği hiçbir şey olmadı. Dün nasıl sıradan insanlarsak şimdi de öyle sıradan insanlarız. Yine aynı etkisiz çoğunluğuz. Üzülerek söylüyorum ki, iki tane mesaj yayınlamamızın dünyanın gidişine olumlu ya da olumsuz hiçbir etkisi olmuyor. 

Yazarın Diğer Yazıları