Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ÜMMET BİR EBUZER’İNİ YİTİRDİ 1

        “Kaybetti” demiyorum, dikkat buyur sevgili dost. “Yitirdi” diyorum. Zira insanın kaybettiğine dair bulma umudu olur. Yitirdiği ise bir daha gelmez…

5 Ağustos Cuma günü saat 18.30 gibi Hanifi abi aradı. “Hoca vefat etmiş.” dedi. Aslında bir seneye yakındır yaşadığı hastalık sürecinden sonra gelen bu haber, ani bir ölümün haberi değildi fakat beni ani bir ölümün haberini almış gibi sarstı. “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” dedim ve telefonu kapattıktan sonra Hanifi abi dahil dört kişiyi alıp hastanenin yolunu tuttuk. Hanifi abi, yanlış bilgi verildiğini, Hoca’nın henüz vefat etmediğini ancak kendisine müdahale edildiğini ve durumunun kritik olduğunu söyledi.

Gerçekten de öyleydi. Yoğun bakım kapısının önünde bir müddet bekledikten sonra bir fırsatını bulup Hoca’nın yanına girmeyi başardık. “İyi ki gördüm”  mü diyeyim “Keşke görmeseydim”  mi diyeyim… Öyle zor nefes alıyordu ki anlatmak ne mümkün… Rahat alınan bir nefesin, devasa bir servet olduğunun dersini veriyordu Ramazan Hoca’m. Onu tanıdığım günden beri bana hep ders verdi zaten. Bazen sözleriyle, bazen fiilleriyle… O iyi bir muallimdi.

Biz yoğun bakım kapısının önünde beklemeye devam ederken Prof. Dr. İlhan Geçit geldi ve içeri girdi. Yaklaşık yarım saat kadar sonra, saat 20.30’da yanımıza geldi ve “Hoca’mızı kaybettik.”  dedi.

Resmi işlemleri tamamlayıp Hoca’mızı şehir mezarlığı morguna gönderdiler. Birkaç hafta evvel şifa bulma umuduyla geldiği hastaneden vadesi tamamlanmış bir kul olarak cenaze aracıyla morga doğru gidiyordu. O anda, Hoca’mla olan bir diyaloğumuz aklıma geldi. Bir gün Ebuzerler Mescidinin bahçesinde muhabbet ederken kendisine tebessüm eşliğinde dedim ki: “Hoca’m, mezarınızı sağken buraya kazdırdınız fakat biliyorsunuz ki kışın köy yolu ulaşıma kapanıyor. Ya kışın vefat ederseniz ne olacak? Sizi nasıl getirelim buralara?”  Hoca’m da benzer bir tebessümle dedi ki: “Morg diye bir şey var kardeşim. Atarsınız morga, yollar açılınca da getirir defnedersiniz.”  Hoca’m, Ebuzerler Mescidini çok seviyordu ve oraya defnedilmek istiyordu. Hamdolsun vasiyeti yerini buldu.

Ertesi gün Hoca’yı yıkarlarken son kez gördüm kendisini. Gassalın, yıkamak için Hoca’nın sağ elini havaya kaldırdığı, sonra da tekrar indirdiği sahne beni bitirdi. O el ki nelere meydan okudu… O eldi ki nice sohbetlerimizde Hoca’mın önünde duran sehpalar ondan nasibini aldı. Şimdi ise hareketsiz… Gassalın elinde bir oyuncak gibi… Orada Hoca’m bana bir ders daha verdi. İnsan, kendisine anlam katan ruhtan uzaklaşınca et ve kemik yığınıymış meğer… Ruhsuz bir bedenin, hiçbir marifeti yokmuş meğer…

Ramazan Kayan Hoca, cenaze namazı öncesi camide bir sohbet verdi. “Herkes ona Ramazan Keskin der ama ben ona Ramazan Kerim diyorum. Kerimliğine sadece bir örnek vereyim.”  dedi ve öyle bir örnek verdi ki birçok insan ağladı. Zaten kendisi de ağlayarak anlattı… Seneler evvel bir grup arkadaşla birlikte Ramazan Keskin Hoca’nın evine sohbete gitmişler. Hoca’mın evi, bilenler bilir, öylesine bir ev değildir. Orası bir medresedir, üniversitedir… Dışarıdan baktığında kerpiçten yapılmış bir gecekondu görebilirsin ama içi… Ya içi… Şair ne güzel ifade buyurmuş:

"Harâbat ehlini hor görme Zâkir.

Defineye mâlik viraneler var."

Uzun bir sohbetten sonra kalkıp evlerine gitmek için müsaade istemişler. Tabii, araçları yok. Yürüyerek gidecekler. Hoca’m bu duruma rıza göstermemiş. “Bu saatte sizi yürüyerek gönderemem. Burada uyuyun. Sabah olunca gidersiniz.”  demiş. Ramazan Kayan Hoca devamında ne dedi biliyor musun? Sabah uyandıklarında Ramazan Keskin Hoca’nın o gece bir çocuğunun olduğunu öğrenmişler. Kendimi düşündüm, diğer erkekleri düşündüm. Kadınları düşündüm… Bugün öyle bir hareketi yapabilecek bir erkek var mıdır acaba, diye düşündüm. Böyle bir erkeğe Allah için sabredecek bir kadın var mıdır acaba, diye düşündüm.

Bu bir tek örnek bile Hoca’mın kendini İslam davasına vakfettiğinin açık bir delilidir.

(Devam edecek inşallah)

Yazarın Diğer Yazıları