Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ANLATILANA MI BAKARSIN, ANLATANA MI? (1)

        Bir dönem dillerde pelesenk olmuş bir ifade vardı: “Ağzı olan konuşuyor.”

Evet, herkes her şeyin üstadı(!)

Gel gör ki onca nutka rağmen kimse kimseye tam mânâsıyla güvenmiyor. Anlatan, anlattığının hakkını vermiyor ki karşı taraf kendisine güvenebilsin. Beylik laflarla nutuk çekmek kolaydır. Asıl iş, söylediklerini kemiği saran et gibi taşımaktır. Söz-eylem uyumunun etle tırnak gibi olmasıdır asıl mesele.

Sosyal medyanın gücünden sonuna kadar istifade eden hızlı allamelerimiz(!), havalı entelektüellerimiz(!),  sloganik mücahidlerimiz, jelibon devrimcilerimiz iş kendi yaşamlarına gelince rahatlarından, alışkanlıklarından her nedense taviz verme konusunda ağır çekim moduna geçerler. Sözlerinin hakkını verenlere karşı hadsizlik edecek değilim tabii.

Bir yalancının, doğruluğun öneminden bahsetmesi; ahlâksız birinin, ahlâk dersi vermesi; hak yemeyi alışkanlık edinmiş birinin, adalet nutukları atması ne kadar etkileyicidir?

Bir sözün doğruluğu kadar, o sözü söyleyenin de doğru olması gerekmez mi?

Diğerleri bir kenara, biz Müslümanlara ne oluyor? Müslüman kimi örnek almalı, kime benzemeliydi. Merhum Nuri Pakdil’in dediği gibi “Ezelî ve ebedî ulu önderimiz Hz. Muhammed” değil miydi? Gel birlikte bakalım o nasıl biriydi?

Her şeyden evvel o, sözünün eriydi. Sözü ile eylemi çelişmezdi. Konuşmaktan çok amel ile meşgul idi. Çünkü o, bir insanın kalbini fethetmenin ancak davranışlarla gerçekleşeceğini çok iyi bilmekteydi. Rasulullah’ın(sav) getirdiklerine iman eden ilk birkaç kişiden biri olan Osman bin Maz’un diyor ki: “Ben, başlangıçta yalnız Muhammed’den utandığım için Müslüman olmuştum.” Rasulullah’taki ahlâkî düzgünlük öyle etkiliyor ki Osman’ı, inancını bile onun bir teklifiyle değiştirebiliyordu.

Zeyd bin Harise, ondaki söz-eylem uyumuna henüz çocuk yaşta olmasına rağmen o kadar çok şahit olur ki onu, öz babasına tercih eder.

Yine çocuk yaştaki Hz. Ali, amcasının oğlu “Ben peygamberim” dediğinde o vakte kadar güvenini hiç boşa çıkarmayan amcaoğlunu tasdik etmişti.

Varaka bin Nevfel, “Sen bir yalancısın, yahut hastasın” demedi. “Bu gördüğün Namus-u Ekber’dir.” dedi. Çünkü Varaka, Rasulullah’ı(sav) 40 senedir tanıyordu. Onda ne bir yalana, ne bir düzenbazlığa rastlamıştı.

Bazı sahabilerden rivayet edilen şu söze bakar mısın?

“Biz önce imanı, sonra Kur’an’ı öğrendik ve imanımız arttı.” İman kelimesinin bir anlamı da güven ve emniyet içinde olmaktır. Yani onlar şöyle diyorlardı: “Biz önce güvenmeyi öğrendik, sonra Kur’an’ı öğrendik ve böylece güvenimiz daha da arttı.” Onları Kur’an’a iman etmeye götüren sadece ama sadece Rasulullah’a olan güvenleriydi.

Düşünsene kıymetli dost,

Bugün çevrendeki insanlardan kaçı için “Ben Kur’an’ı öğrendikçe bu insana olan güvenim arttı, artıyor.” diyebiliyorsun. Bir de şöyle düşün: Seni tanıyan insanlardan kaçı Kur’an’ı öğrendikçe ve anladıkça sana olan güvenleri artıyor? Burada ek bir açıklama yapmak istiyorum. Nefsinin arzularını tatmin etmediğin için sana surat yapan, tavır alan kimseleri kastetmediğimi bilmeni istiyorum. Çünkü onların kriteri Kur’an değil, nefisleridir. Onları bırak bir kenara ve sen Peygamber’in izinden yürümeye azmedenlere bak. Kriterin onlar olsun. Beni de buna teşvik et.

(Devam edecek inşallah)

Yazarın Diğer Yazıları