Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

SEVGİ, MUZDAN DAHA TATLI DEĞİL Mİ?

İşittiği azarın üzerinden bir hayli zaman geçmişti ama hâlâ kendine gelememişti. Fabrikadan çıkmış, servise binmiş, şehir merkezine gelmişti. Şimdi ise merkezden evine doğru yürümekteydi. Unutmak için çabalasa da o anki acizliği bir fotoğraf karesi gibi göz bebeklerine çivilenmişti sanki.

Patronuna mevcut maaşıyla geçinemediğini, evde kendisinden beklentisi olan çocukları, eşi ve yaşlı babası olduğunu, üstelik oturduğu evin de kira olduğunu söylemeye çalışmıştı dili döndüğünce. Lakin dinleyen kim, anlayan kim? Daha birkaç cümle kurmuştu ki işvereninin gazabına uğradı. Ne haysiyeti kaldı ne insanlığı… Öyle ya, dünya zenginlerin dünyasıdır; fukaranın işi ne(!) Haysiyet yalnızca zenginde vardır; çünkü sadece zengin, insandır(!)

Abdurrahman öyle bir dalmıştı ki her gün adımladığı güzergâh olmasa yanlış taraflara doğru giderdi. Rabb’i, daldığı düşünce kuyusundan, kulağına şu sesleri işittirerek çıkardı: “Tatlı muzlar bunlar. Kaliteli muzlar…” Muz satıcısı için sıradan bir seslenme olan bu sözler, onun adeta ciğerlerini dağlıyordu. Zira bir gün evvel küçük kızı kendisinden muz istemişti. Okulda arkadaşında görmüş. E tabii, canınız bir şey isterse ve babanız da yanınızdaysa hiç şüphesiz gider babanızdan istersiniz. Babalar, evlatları için “zor vaktin adamı”dır. Gemi için liman neyse, evlat için de baba odur. Lakin Abdurrahman ne etsin, ne yapsın şimdi? Muz alacak kadar parası yok muydu? Elbette ki vardı fakat ay sonunu borçlanmadan getirebilmek için yaptığı harcama planında muza yer yoktu. Muz, kimileri için basit bir atıştırma iken Abdurrahman gibileri için bir lükstü.

O kadar yolu, yokluğun çaresizlik şerbetini yudumlayarak tüketip evine ulaştı. Hem zaten merkezden  eve yürüyerek gelmek Abdurrahman’ın her gün yaptığı şeydi. Bir aylık yol parasını başka bir dertlerine merhem kılmak için kullanırdı. Kapıyı çalarken Hz. Musa’nın şu duasıyla Rabb’ine niyazda bulundu: “Ey Rabb’im! Şu anda, bana lutfedeceğin nimetlere öylesine muhtacım ki…” 

Kapıyı küçük kızı açmıştı lakin babasının ellerini boş görünce yüzündeki tebessüm hemen yok olup gitmişti. Buna rağmen, kızı çok iyi biliyordu ki eğer babasının imkânı olsaydı kendisine muz da alırdı, başka şeyler de… Çünkü babasının kendilerini çok sevdiğini biliyordu. Bir evlat için en büyük nimetlerden biri bu olsa gerek. Babanın, seni sevdiğini bilmen… Sevgi, muzdan daha tatlı değil mi?

Abdurrahman’ın gece boyu dalgın duruşu yaşlı babasının gözünden kaçmamıştı. Çaylarını yudumlarken Abdurrahman’a vaziyetinin sebebini sordu. Abdurrahman da anlattı anlatabildiği kadarını. Kelimeler, duyguları ifadeye ne derece yeterse o kadar anlattı. Zira anlattıklarımız, hissettiklerimizin boyuna eremezler.

Yaşlı baba, söze Ziya Paşa’nın bir beytiyle başladı:

“Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’tır.

Nâşâd gönül bir gün olur, şâd olacaktır.”

-Evladım, Hz. Musa ile yanındakiler dara düşünce ve yanındakiler büyük bir korkuya kapılınca  Hz. Musa(as) dedi ki:Hayır,Rabb’im benimle beraberdir; bana elbette yol gösterecektir.”(Şuara 62)

Rabb’imiz Secde suresinin 17. ayetinde “Yaptıkları işlere karşılık, onlar için gözleri kamaştıran ne güzellikler sakladığımızı kimse bilemez.” buyuruyor. Yavrum, bize düşen her durumda Müslüman duruşumuzu bozmamak olmalıdır. Gerisi takdir-i ilahî… Yarının kime ne getireceğini ancak Allah bilir. O, bugün zengin kıldıklarını yarın zelil kılmaya elbette muktedirdir.

Babasının, Kur’an bağlantılı yaptığı bu konuşma Abdurrahman’ı biraz rahatlatmış, müsaade isteyerek odasına çekilmişti.

Ertesi gün iş yerine vardığında koca fabrikadan geriye dumanları hâlâ tüten bir yangın yeri bulmuştu. Patronu bir köşeye çekilmiş hıçkıra hıçkıra ağlamaktaydı. Sebebi bilinmeyen bir yangın, yılların emeğini bir gecede yok etmişti. Patronunu o vaziyette görünce Abdurrahman’ın aklına Kalem suresinde geçen “Bahçe Sahipleri” kıssası geldi. Cebinden çıkardığı mini cep mealinden kıssanın anlatıldığı bölümü açtı. Patronunun yanına gidip meali kendisine uzattı. Tek bir kelime dahi konuşmadı. Sadece açık meali patronunun eline tutuşturup 24. ayeti parmağıyla gösterdi ve gitti.

Ağır adımlarla ilerlerken enkaza dönmüş fabrikaya bakıp “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez fakat insanlar kendilerine zulmederler.”(Yunus 44) ayetini mırıldanıyordu.

Yorumlar 2
Hakan Ertürk 15 Ocak 2021 19:55

Aynen öyle.

Kevser 15 Ocak 2021 13:24

Etme bulma dunyazi

Yazarın Diğer Yazıları