Enes Tarım

Bir ihanet öyküsü

Enes Tarım

Müzik dinlemeyi sever misiniz?
Anlamsız bir soru dediğinizi duyar gibiyim.
Ama çok değil kısa bir süre öncesine kadar müzik, bir İslamcı için caiz olmayan bir şeydi.
Hakkında Kurandan ayet olmasa da bazı hadisler beraberinde mezheplerin fetvalarından yola çıkarak haram sayılır, dinleyenler ayıplanırdı.
O yüzden İslami müzik alanında çıkan ilk ezgiler sadece ses içerikli ezgilerdi. 
Beraberinde birer radyo piyesi tadındaki bant tiyatroları…
Sonrasında yeşil pop söylemi altında İslami ezgi ve ilahiler furyası başladı.
O günlerden bugünlere her şeyin; her türlü kadın erkek sesinin ve müzik aleti dinlemenin normal addedildiği günlere geliverdik. 
Şimdilerde ezgi filan da dinlemiyoruz...

***

Bugünse geçmişten çok farklı.
Gençlerimiz yeni çıkan müzik parçalarını yayınlanır yayınlanmaz internet üzerinden anında dinleyebiliyor.
Ve baktığınızda Youtube de yayınlanan müzik parçalarının milyonlarca hatta bazılarının milyarlarca tıklandığını görüyoruz.
Çocuklarımız tüm dünya gençliği ile eş zamanlı dünya starlarına ulaşıp etkinliklerinden haberdar olup iletişime geçebiliyor. 
Suriye’deki Irak'taki Suudi Arabistan’daki ya da Afrika’daki herhangi bir genç internet sayesinde Avrupa’daki bir akranı kadar hızlı ulaşabiliyor her şeye.
Onları izliyor, ezberliyor, taklit ediyor.
Giyim kuşamı tüketim alışkanlıkları ile yani her şeyiyle onlar gibi olmaya çalışıyor.
Batının kültür elçileri tüm dünyayı sarıp sarmalıyor. 
Ve ilginçtir, bugün için sömürgecilik çoğu zaman kültürel sunumlarla gönüllü teslimiyetler şeklinde tezahür ediyor.
Herhangi bir dayatma ve baskı olmadan...
Tüm yeryüzü kavimleri batının kültür ve medeniyetini yansıtan sistemin gönüllü köleleri olmuş durumda.
Tüm insanlığı ekonomisinden maliyesine, savunma sistemlerinden tarımsal üretim tekniklerine kadar her şeyi ama her şeyi ile artıl batı dünyası yönlendiriyor.
Yiyeceğimizden içeceğimize giyeceğimizden barınağımıza okuyacağımız kitaplardan izleyeceğimiz filmlere kadar global bir endüstri ağı içerisindeyiz.
Onlar bu global ağ içerisine gönüllü katılım sağlamayan coğrafyaları da bazen bizzat güç kullanarak bazen de ambargolarla zayıf düşürüp istila ediyor tüm yeraltı-yerüstü zenginliklerine el koyarak sömürüyor.
Uyduruk bahanelerle askeri müdahalelerle saldırarak iktidarlar devşiriyor; kukla hükümetler kurup geri çekilerek arka plandan yönetiyor.
Önce sivil kadın ve çocukların kaldığı yerleşim yerlerini bombalayıp sonrasında kucağında insani yardım malzemeleri ile sahneye çıkıyor.
Hepimiz gönüllü olarak onların kuşatma ve tahakkümü altındayız.
Ve yaşadıklarımız bize net bir şekilde gösteriyor ki kesinlikle İslami değerlere tahammülleri yok.
Ve bizi istedikleri zaman ezebilecekleri birer böcek gibi görüyorlar...

 ***

Bizlerse, zihin dünyamız onlar tarafından işgal edildiği için geldiğimiz durumu göremiyoruz.
Dünyayı, tarihi, olayları batılı bir kültürel bakış ve değer sistemi paralelinde aynı bir Avrupalı gibi okuyoruz.
Tarihe sosyolojiye dine gelenek ve örfe aynı Avrupa insanının baktığı şekilde bakıyoruz.
İşin acı yönü ise, bunun tabii bir durum olduğunu; bu yapılmadığı takdirde çaresiz yok oluşlara gebe kalacağımızı düşünüyor oluşumuz...
O yüzden olsa gerek özgürlük tanımlamasının sadece Avrupalı değerleri kapsaması ve batıya tabi olanlar için olması artık bizi rahatsız etmiyor...
İslam toplumlarının batılı emperlayist güçler tarafından ele geçirilişini anlamsız bakışlarla birer zombi gibi izliyoruz...
Gazzede ya da dünyanın başka bir yerinde yaşanan katliamlara ve soykırımlara karşı artık daha soğukkanlıyız.
Bir batılı kadar duyarsız... 
Bir ihanet mensubu kadar omurgasız...
Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları