Enes Tarım

Bektaş bilge bir kişidir 2

Enes Tarım

Anadolu’daki İslamlaşmayı medrese ekolü ve tekke/ tarikat ekolü olmak üzere iki grupta değerlendirmek gerek. 

Medrese âlimleri Ehli Sünnet inancına bağlı kalırken tarikat ve tekke mensupları ise daha çok mistik düşüncelere bağlı kaldılar.

Neticede Anadolu Selçukluları Sünni İslam anlayışını bir devlet politikası olarak savunurken, Türkmenler ise Müslüman olmadan önceki inanç ve geleneklerin bir kısmını da bünyelerinde taşıyamaya devam ederek zahirî bir İslâm anlayışına tâbi oldular.

Bu anlayış farklılığı sonraki dönemlerde de devam etmiş; kentlerde sufilik karışımı bir Hanefilik göze çarparken; Türkmenler, kendilerine karışık ve sıkıntılı gelen fakihlerin vaazlarından çok eski “kam” ve “ozan”ları andıran sufi önderlere itibar etmişlerdir. 

Ve sonuçta Anadolu’da resmî Sünni din anlayışı dışında farklı bir Müslümanlık anlayışı oluşmuştur.

Yine ağır vergiler ve kimi devlet yöneticilerinin Türkmenlere kötü davranmaları Türkmenlerle Selçuklu yönetimi arasında bir mücadelenin oluşmasına da zemin hazırlamıştır. 

Bu da neticede Türkmenlerin Selçuklu yönetimine karşı bazı isyan girişimlerinin de sebebidir.

Selçuklu yönetimi ise zor kullanışını meşrulaştırmak için bunlara “Rafîzî” gibi bir takım sünnilik dışı isnatlarda bulunurken; isyana katılan Türkmenler de zaten Sünniliği kabul etmeyen bir İslam anlayışına tabi idiler.

***

İlk şamanlar en eski geleneklere göre tanrısal gücü elinde tutarlardı ama Yüce Tanrıya boyun eğmediği için bir gün bu büyük güç Tanrı tarafından şamanın elinden alındı. Şaman da her yerde, her zaman “eski gücünü geri versin” diye Tanrı’ya yakarır, onunla olurdu ve bu nedenle onun özel bir ibadet yeri olmazdı. 

Evren onun tapınağı, doğa, yer, gök onun secdegahı idi. 

Hacı Bektaş’ta bu nedenle tepelerde açık alanda gündüz veya gece tanrısına yakarırdı.

Bu nedenle bugün çoğu Türkmen köylerinde cami bulunmaz ve ibadetlerini açık alanda ya da  cemevi dedikleri “toplanma evi” inde yaparlar. 

Şamanlıkta yer alan yeniden doğuş ve farklı bedenleşme, şamanın soyulmuş bir karaağaç gövdesinde aç, susuz yatarken ölüp, et kemikten ayrıldığı ve tekrar kemiğin ete bürünmesiyle yeniden doğuşunu anlatır ve bu düşüncenin doğuş kaynağı eski bir Türk inancıdır. 

Günümüz erenleri olan Bektaşlar, cennete gitmek için niyaz etmez, namaza, oruca yaklaşmaz ama kendini aşmak için (cezbe) sema’ ya kalkar, göğe yükselir… 

O dervişlerin adı “kalender” dir; “divane” dir. 

Onlar Abdal, Işık, Torlak, Haydari diye de anılırlar. 

Bektaş bilge bir kişidir ama dinin ritüellerine, şeriatına uymaz. 

Onun söylediği ilahi ve şiirler yazılı değil, sözlü olarak ağızdan ağıza geçer ve O hacca da gitmez.

Düş yoluyla gitmesi başka… 

***

Şamanlar gibi Bektaş Veli’de, Ardıç ağacına çok önem verir. 

O “Hırka dağı”nda ardıç ağacının altında oturur, düşünür, yakılan ateşin etrafında halka şeklinde dönerek, semaya yükselirdi.

Ve bunlar zaten herhangi bir şamanın yaptığı şeyler idi. 

Şaman ulaştığı olağanüstü güç ve seslenişleriyle ateşe söz geçirir, bu dönüşler çiğnenen ardıç tohumuyla bir kuşun göğe yükselişi gibi büyüsel yanılsamalar oluştururdu.

Bektaşın kucağında resmedilen sol taraftaki ceylan, şamanın tanrısal ren geyiğinden başka bir şey değildi. 

Sağındaki aslan da Asya’dan getirdiği ejderhası… 

Ama şamanı şamanlıktan çıkarıp Müslümanlaştırmak için, ren geyiğinin yerine Arap yaylalarının ceylanı, ejderhasının yerine de Ali’nin aslanı oturtuluverdi.

Ve böylece Bektaş da bir Müslüman derviş oluverdi…

Ona göre Tanrı insandan başka bir yerde aranmamalıdır. 

Tanrı insanın gönlündedir… 

***

Türkmenlerin o günden günümüze yansıyan ve geçmiş şaman kültürü ile karışık İslami düşünce kırıntıları bugün de yine tarihin tahrif edici rüzgarları altında bazı farklılıklarla da olsa devam etmekte.

Bu ve benzer birçok inançsal ritüeller Türkmenlerin daha önce Asya’da bildikleri ve söyledikleri şeyler idi. 

Türklerin Asya’daki “Kendini bil ki Tanrıyı bilesin” sözü ve benzeri gibi.

Bektaşilik bir inançlar karışımıdır ve eski Türk örf adetleri beraberinde geleneksel inanç değerlerinin İslami değerlerle bir harmanıdır.  

Anadolu halkının birikimleri ile Asya’dan Türklerin getirdiği tüm öğelerin İslami değerlerle birbiri içinde erimesi, bütünleşmesidir. 

Alevilik; göçerleri ile kırsalı kucaklayan yaşam biçimi iken, Bektaşilik kentliyi, okumuşu kucaklayan tekkeleri ile bir sosyal oluşum oldu. 

Bektaşilik tarihin sayfalarında karışıp, kaybolurken; Alevilik sözlü gelenekleri ile dedeler tarafından farklı zaman ve mekanda yapılan değişikliklerle gelişti dönüştü ve günümüzde de yine Anadolu’da önemli büyüklükte toplulukların inanç birikimi olarak yaşamaya devam ediyor…

Selam ve dua ile… 

Yazarın Diğer Yazıları