- Haberler
- Gündem
- Malatya'nın Geleceği Madenlerin Gölgesinde: Tarım Bitiyor, Su Kuruyor, Yaşam Susuyor.....
Malatya'nın Geleceği Madenlerin Gölgesinde: Tarım Bitiyor, Su Kuruyor, Yaşam Susuyor.....
TEMA Vakfı Malatya İl Temsilcisi Ali Ekber Korkut, Malatya'da faaliyet gösteren ve planlanan maden ocaklarının çevreye olan olumsuz etkilerine dikkat çekti. Korkut, maden ocaklarının özellikle su kaynaklarına yakın konumlanmasının ve kullanılan kimyasalların, iklim kriziyle birleştiğinde su yataklarını ve tarım alanlarını ciddi şekilde tehdit ettiğini vurguladı.

MALATYA NET HABER: Malatya’nın Hekimhan, Darende, Akçadağ ve Doğanşehir ilçelerinde maden ocakları yer alıyor. Ancak yer alan bu alanların doğaya olan zararlı etkileri gün geçtikçe artıyor. Bu ilçelerde demir, bor, kükürt, feldspat gibi değerli madenlerin yanı sıra bakır, çinko, çimento ham maddesi, dolomit, florit, krom, kum-çakıl ve vermikülit gibi birçok farklı maden çeşidi bulunuyor. Bu maden çeşitlerinin çıkarılması veya işlenilmesi aşamasında bulunduğu bölge itibariyle ne gibi tehditler oluşturuyor?
TEMA Vakfı Malatya İl Temsilcisi Ali Ekber Korkut: Madencilik faaliyetleri; madenlerin aranmasından işletilmesine, kapatılmasından sonrasına kadar ekosistemi ve canlı yaşamını olumsuz etkileyen çok sayıda aşamayı içerir. Bu etkiler; maden sahasının büyüklüğü, kullanılacak kimyasallar, projenin ömrü, proje sahasındaki arazi yapısı, su varlıklarına ve kültürel varlıklara olan mesafe, biyolojik çeşitlilik ve madenin cinsi gibi birçok faktöre göre değişkenlik gösterir. Ancak en basit bir taş ocağı bile ekosistem üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.
Madenler, ülkemiz mevzuatında türlerine göre beş gruba ayrılmaktadır. Bu gruplar arasında, IV. Grup metalik madencilik (altın, bakır, kurşun, çinko vb.) ile kömür madenciliği çevresel etkileri bakımından öne çıkmaktadır; doğada diğer gruplara kıyasla çok daha yoğun ve geri döndürülemez tahribatlara yol açmaktadır. TEMA Vakfı olarak özellikle IV. Grup metalik madencilik ve kömür madenciliği faaliyetlerinin doğal varlıklar üzerindeki olumsuz etkilerine karşı çalışmalar yürütüyoruz.
Bu tür madencilik faaliyetleri genellikle çok geniş alanları kapsar. Binlerce hektarlık ruhsat alanları ve yüzlerce hektarlık Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) alanlarında çalışmalar yürütülür. Bu kadar geniş alanda gerçekleştirilen işlemler ise ormanlar, tarım arazileri, meralar, içme suyu havzaları ve korunan alanlar gibi iklim krizi ile birlikte hayati önem taşıyan doğal alanlarda büyük tahribata yol açar. Sadece doğa değil, bu alanlarda yaşayan insanlar da yaşam alanlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Ayrıca metalik madencilik faaliyetlerinde kullanılan kimyasallar, özellikle siyanür, sülfürik asit ve nitrik asit hem toprağa hem de yer altı ve yer üstü sularına ciddi zarar verir. Metalik madencilik faaliyetleri, yoğun su tüketimi gerektirir. Bu nedenle Türkiye’deki birçok büyük maden sahasının su varlıklarına yakın konumlandığı göz önüne alındığında, iklim kriziyle birlikte su varlıklarımız üzerindeki baskının daha da artacağı açıktır.
Vahşi madenciliğe bağlı yaşanan çevre felaketleri, Erzincan İliç, Giresun Şebinkarahisar, Manisa Soma, Ordu Fatsa gibi örnekler, bu faaliyetlerin doğal varlıklarımızı ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkımızı nasıl tehdit ettiğini gözler önüne sermiştir. Pasa depolama sahaları, maden zenginleştirme alanları, atık barajları ve açık ocaklar başta olmak üzere madencilik faaliyetlerine yönelik tüm üniteler potansiyel kaza riski barındırmaktadır. Şimdi olmasa bile 10-15 yıl sonra bu bölgelerde kimyasal içerikli yığınların yıkılmayacağını, sularımızı ve toprağımızı kirletmeyeceğini kimse garanti edemez.
Son olarak metalik madencilik faaliyetlerinin ardından dile getirilen "rehabilitasyon" ya da "doğaya yeniden kazandırma" gibi söylemler gerçekçi değildir. Milyonlarca ton kayacın yer değiştirdiği, kimyasal kullanımının yoğun olduğu, orman ekosisteminin parçalandığı ve canlı yaşamının yok edildiği bir alan hiçbir şekilde eski haline getirilemez.
Tüm bu sebepler göz önünde bulundurulduğunda bir madencilik faaliyetine izin verilmeden önce "kamu yararı" konusu, “üstün kamu yararı” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Yok edilen bir ekosistemin geri getirilmesi mümkün değildir; sahanın rehabilitasyonu ve kültürel miras alanların yeniden inşası mümkün değildir.