Onca gayretinize rağmen elde ettiğiniz başarıların aslında gerçek olmadığı ve bir gün "sahtekârlığınızın" ortaya çıkacağı endişesine kapıldığınız oluyor mu? Başarıyı hak etmediğinizi, şans, zamanlama veya ötekilerin aldatmacası olduğu vehmine kapılıp, aslında yetersiz bir insan olduğunuzu düşünür müsünüz? Performans odaklı ve düşmanca eleştirilerin nehy edilmediği instokbook dünyasında, maruz kaldığımız dışsal şüpheyi içselleştirip, ona karşı aşırı ancak rasyonel bir tepki olarak geliştirdiğimiz patolojik seviyedeki dışsal onay arayışımız dengesiz bir varoluşsal zemin yaratmaktadır. Bu zemin ne yazık ki en güçlü ve başarılı insanların bile yer yer ayaklarının kaymasına hatta öz-değerlerinin sarsılmasına neden olmaktadır. Pauline Clance ve Suzanne Imes’in, başarı ve yeterliliklerin küçümsenmesi, kazanımların şansa veya dış faktörlere bağlamasından beslenen korku olarak tanımladıkları Sahtekârlık Sendromu (Impostor Fenomeni) tam da bu zeminin kayganlığının ifşası. Bir gün "takkenin" düşüp, kelin görüneceği paradoksu olarak da tanımlanabilecek bu korkunun altında dışarıdan bakıldığında son derece başarılı ve yetkin görünen insanların, kendi içlerinde derin bir yetersizlik ve sahtekarlık hissiyle boğuştuğu varsayımı bulunuyor.
Sahtekarlık sendromu basit bir psikolojik sorun gibi görünse de, varoluşsal bir sorgulama, öz-değer ve başarı algısına dair derin felsefi ve manevi boyutları olan bir fenomendir. Bu düşüncenin gerisinde "Sadece şanslıydım," ya da “Bana acıdıkları için böyle bir sonuç alabildim,” şeklindeki özellikle de koşullu sevgiyle büyüme sendromunun gölgelediği başarıyı içselleştirememe; yapılan herhangi bir performansın kusursuz olması için harcanan çabaya rağmen ortaya çıkan en küçük hataya bile tahammül edemeyerek "yetersizim" inancını tetikleyen mükemmelliyetçilik; bu yetersizlik inancını ortadan kaldırmak adına kendini tüketmeye bile yol açabilecek aşırı çalışma; hataya tahammülsüzlüğün tetiklediği ve kişiyi neredeyse felce uğratıcı başarısızlık korkusu; geçmiş başarılarını sürekli dış faktörlere referans etmekten kayanaklı başarı küçümsemesi; takkenin düşeceği an olarak nitelendirildiği için yapıcı eleştirileri bile kişisel saldırı olarak algılamaktan kaynaklı eleştiriye aşırı duyarlı olma gibi bilişsel çarpıtmalar bulunuyor.
İçerisinde yaşadığımız sanal pazarlama dünyası, performans ve başarıların özellikle görünür kılınmasını kaçınılmaz kıldığından, kronikleşen bu sendromla başa çıkmak için çeşitli psikolojik stratejiler öne sürülmektedir. Özellikle bilişsel davranışçı terapi sahtekarlık sendromunun tetiklediği olumsuz düşüncelerle baş edebilmek adına farklı stratejiler öneriyor. İlgili olumsuz düşünceler hakkında günlük tutma, onların gerçekliklerini sorgulayıcı bilişsel yeniden yapılandırma ve alternatif düşünceler geliştirme gibi olumsuz düşünce kalıplarını tanıma ve değiştirme stratejileri; olumlu geri bildirimleri kabul etme, yetenek ve çabaya odaklanıp onları ön plana çıkarma, ve kendini kutlama gibi başarıları içselleştirme stratejileri ve içsel değer geliştirme, öz-şefkat geliştirme, sosyal karşılaştırmayı azaltma, kendi sınırlarını belirleme ve mükemmelliyetçilikle başa çıkma gibi dışsal onaya bağımlılığı azaltma stratejileri. İlgili stratejiler üzerinde biraz tefekkür ettiğimizde, kadim bilgeliğin muhtevasında sahtekarlık sendromunun ortaya çıkmasına dahi müsaade etmeyen bir çok kavram ve olgunun olduğunu görürüz.
Sahtekarlık Sendromu kadim öğretilerde kibir, kendini beğenmişlik veya tam tersi kendini aşırı küçümseme gibi ego veya nefs ile ilgili yanılsamalar olarak değerlendirilmekte ve hakikatin önünde engel teşkil ettiği vurgulamaktadır. Bireyin kendini aşırı yargılaması ve kendi eylemlerine aşırı odaklanması Sahtekârlık Sendromu olarak yorumlanabilir. Kişinin yeteneklerini inkâr etmesinden ziyade gerçek değerini bilmekle birlikte bunu dışa vurmama ve kibirden kaçınma anlamındaki tevazu ile karıştırılan aşırı öz-eleştiri ve kaygı durumu özünde bu sendromu barındırmaktadır. Başarıdan duyulan korku veya şüphe, dış dünyaya verilen aşırı önemin bir sonucu olarak görüldüğünden, aslolanın içsel gelişim, bilgelik veya aydınlanma ile geldiğini salık veren kadim düşünce sahtekarlık sendromunun gelişimine olanak tanımamaktadır.
Tüm başarıların, yeteneklerin ve imkânların nihai kaynağının Allah olduğunu [Nisa, 79] vurgulayan Kuran, bireyin kaygıdan uzak bir tevekkül ile elinden geleni yaptıktan sonra, sonucu Allah'a bırakıp, neticeyi O'ndan beklemesini tavsiye eder. Ki bu durum sahtekarlık sendromunu kökünden kurutan bir farkındalık kazandırır. Başarının ne ego ne de şans olduğunu, tam aksine bir nimet ve en önemli ibadetlerden biri olan şükür vesilesi olduğunu gösterir. Ayrıca kibirli olmanın büyük bir hastalık olduğu, ümitsizliğe düşmenin yasaklanması sahtekârlık sendromunda görülen aşırı öz-eleştiri ve kendini yetersiz görme, ümitsizlik ve özgüven kaybını da önler. İslam ahlakında, sürekli kendini sorgulayan ve kınayan bir bilinç düzeyi olan Nefs-i Levvâme kavramı da kişinin hatalarından ders almasını ancak aşırıya kaçmadan sağlıklıksız bir öz-eleştiriden uzak durup, yıkıcı bir öz-yargılama yapmadan, itidalli bir yol izlemesini önerir. Hakkı hak, batılı batıl görebilecek nazara, kendini itidalli bir şekilde kınayabilen nefislere sahip olabilmemiz temennisiyle.