“Yanlış davranan çocuğa değil, yanlış eğitime bakmak gerekir.” Maria Montessori
Yeryüzündeki ilk kardeşlerin hikayesini duymuşsunuzdur mutlaka. Sahi, Kabil ne diye kıymıştı kardeşi Habil’e hatırlıyor musunuz? Neydi acaba onu böyle zafiyete düşürüp aklını örten? Kıskançlık mıydı? Belki de bilince çıkaramadığı aşağılık kompleksinin yansıması olan üstünlük kompleksine kurban etmişti biricik kardeşini. Ne vardı sanki en semiz hayvanını sunsaydı El-Rezzâk olan Rabbine? Tıpkı Habil’in en taze ürünlerini armağan ettiği gibi. Ama kıssa öyle gerçekleşmedi, çünkü Rabb bir hisse vermek istiyordu insanoğluna. Eşref-i mahlûkat olarak yarattığı ademi, imtihan etmek için Esfel-i sâfilîn’e düşürecek kusurlar kodlamıştı nefislerimize. Takva gömleğini giyip, arındırmaktı nefsi en nihayetinde çünkü mesele. Nasıl arınacağız peki? Elbette deneyimlediğimiz bir çok psikodinamik gücü açığa çıkaran, biçimlendiren ve yürüten toplumsal mekanizmanın bizzat kendisi: Eğitim ile. Rekabetçi neoliberal eğitim, kusurlu doğamızı bir kendini keşfetme yolculuğuna (Paideia) dönüştürmeyi mi amaçlıyor, yoksa toksik bir üstünlük kompleksiyle başkalarını geçme yarışına mı (Agon)?
İnsan ruhunun temel motivasyonunu evrensel aşağılık duygusu, yetkinleşme arzusu olarak üstünlük çabası ve bireyin topluma ait olma, işbirliği yapma ve başkalarının refahına katkıda bulunma kapasitesi anlamındaki sosyal ilgi kavramlarıyla açıklayan Alfred Adler, varoluşsal gerçekliğimiz gereği eksik, zayıf ve muhtaç olarak dünyaya geldiğimizi ifade ediyor. Sağlıklı bir büyüme çabasının temel yakıtı olan bu temel yetersizlik hissi, daha iyi, daha güçlü, daha yetkin olmamızı sağlayan masum gelişim çabasıdır oysa ki. Ona göre neoliberal rekabetçi eğitim sistemi, başkalarıyla birlikte başarılı olma yerine, başkalarına rağmen başarılı olma (nevrotik üstünlük çabası) hedefini aşılamaktadır yeni kuşaklara. Çünkü rekabetçi eğitim varoluşsal aşağılık duygusunu travmatize ederek onu patolojik bir aşağılık kompleksine dönüştürmektedir.
Özünde büyüme ve gelişmeye, başarı için çabalamaya ve telafi etmeye yönlendiren aşağılık duygusu, bir nevi yetkinleştirme mekanizmasıyken, üstünlük çabası ise tam potansiyeli gerçekleştirmeye yönelik arzudur. Bu şekilde başlangıçta olumlu olan aşağılık duygularının üstesinden gelememe, dezavantajları telafi edememe ve hayatın zorlukları karşısında cesaretin kırılması, nevrotik bir aşağılık kompleksine dönüşür. Fiziksel bir engel, hastalık veya zayıflık, ait olma ihtiyacının karşılanmaması, şımartılma, aşırı korunma veya egoya aşırı yükleme yapılması gibi aşağılık kompleksine dönüşmüş özgüven eksikliğini maskelemek için kibre ve başkalarını küçümsemeye başvurmak da üstünlük kompleksinin ortaya çıkmasına sebep olur. Adler bu trajik sona mahkum olmamak için pedagojinin bireyi kendisini insanlığın bir parçası olarak görerek aidiyet hissetmesi, insanlarla işbirliği yaparak topluma katkıda bulunma arzusu geliştirmesi gibi hedeflerinin olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Böylesi hedefleri görmezden gelen, empati ve kolektif bilinci yok ederek iğreti bir bireysel kurtuluş vaad eden rekabet odaklı neoliberal eğitim anlayışı, var oluşumuzun anlam bulduğu toplumu adeta hiçleştirerek, fıtri olan yetersiz oluşumuzu üstün görünme nevrozuna dönüştürüyor ne yazık ki. Olduğumuz halimizle yeterli olmadığımızı ve ancak ötekileri geride bıraktığımızda kıymeti harbiyemizin olacağını sinsice kulağımıza fısıldayan kutsallığını yitirmiş mabetlere dönüşen okullar, Hubris’i ödüllendirerek, narsisizm ile derin bir yetersizlik hissi arasında savrulmamıza neden olmaktadır. Aşkı, ıstırabı ve tasavvufu derin bir lirizmle işleyen bir edebiyat ustası olan Fuzûlî’nin Su Kasidesi’ni bile hissetmek yerine, sınavda bununla ilgili soru çıkıp çıkmayacağını düşündürecek bir savruluş hem de.
Amacı zafer ve üstünlük olan; öğrenenin rakip ve yarışçı olduğu; değer ölçütünün performans, hız ve güce referans edildiği ve nihayeti esfel-i sâfilîn olan Agon paradigmasının yüzyıldır çoraklaştırdığı dünyamızın yeniden yeşertilmesi gerekir. Eğitim, tek başına" parlak olmayı ululayan rekabet odaklı bir üstünlük çabası değil, birlikte iyi olmayı şiar edinen işbirliğine dayalı bir gelişim çabası olmalıdır. Rekabetin zeminini ve istikametini yeniden tanımlayıp, üstünlüğü kendi eksikliklerimizi şefkatle kucaklayabilme cesareti olarak görüp, ötekileri geçmek için değil, olduğumuz kişiyi geçmek için yarışmaktır aslolan. Amacı tekâmül, keşif ve bütünlük olan; öğrenenin yolcu, arayış adamı ve yoldaş olduğu; değer ölçütünün bilgelik, etik ve sosyal ilgiye referans edildiği ve nihayeti eşref-i mahlûkat mertebesine yükselmek olan Paideia paradigmasıyla yeniden inşa etmek gerekir eğitimi. Tıpkı Adler’in de vurguladığı gibi, en iyi olmak için değil, kendi en iyimizi toplumun faydasına sunabilmemiz temennisiyle.