“İnsanın asıl trajedisi, ne yapacağını bilmemesi değil, bildiğini yapmamasıdır” Kierkegaard.
Sahi, siz de sorumluluklarınızdan zaman zaman kaçar mısınız? Geleceğinizi tamamıyla etkileyecek olan zorlu bir görevi yapmaya tam niyetlenmişken, bir anda sosyal medya, dizi veya filme dalıp zamanın akıp gittiğine şahit oluyor musunuz? Cevabınız evet ise çağımızın vebasına yakalandınız demektir: Erteleme. Peki nedir bu gerekeni yapmış olmanın verdiği müstakbel huzuru, maziden kalma bir vicdan azabına dönüştüren erteleme? Yüzeyde basit bir davranış gibi görünen erteleme, özünde varoluşsal kaçınma ile ilişkili çok ciddi bir paradoks içerir. Bu paradoksta, sorumlulukları ertelemek, dış dünyanın zorlu gerçeklerinden kaçmak için kafasını toprağa gömen devekuşu misali, varoluş kaygılarına karşı bir nevi kaçış işlevi görür. Bu erteleme kaçışını sonlandırmak için Aristoteles’in ethos (karakter/güven), logos (mantık/kanıt) ve pathos (duygu/empati) olarak adlandırdığı üç ikna aracını işe koşmak faydalı olabilir. Aristo’nun ikna yöntemi olarak adlandırdığı bu retorik üçleme ötekilerden ziyade bizzat kendimizi inandırmak için uygulandığında iknadan öteye geçip bir dönüşüm aracı olarak kullanılabilir.
Ertelemenin özünde, en gayretli insanları bile afallatan ciddi bir başarısızlık korkusu saklıdır. Bu noktada kendimizle kurduğumuz güven ilişkisi anlamındaki ethos çok kritik bir rol oynar; çünkü genellikle kendimizi gerçekleştirme fırsatı olan performansımızı bizatihi kendi öz-değerlerimizle kıyaslarız. Kendimizden beklentimizi karşılayamadığımızda, sadece bir sorumluluğu yerine getiremediğimizi değil, kendimizi hayal kırıklığına uğrattığımızı düşünürüz. Bu durum, uzun vadede daha fazla stres ve kaygıya yol açsa da, sorumluluktan kaçınmanın daha güvenli bir seçenek olduğu izlenimini veren bir döngü yaratır. Bu erteleme döngüsü “Bu işi yapabilecek biri değilim.” ifadesiyle öz güven eksikliğinin ikrarıyla birlikte başlar, “Yeterince iyi olmayacak.” söylemiyle yetersizlik hissinin yarattığı mükemmeliyetçilik ve nihayetinde kaçınmayla devam eder, “Zaten kimse fark etmez.” ifadesiyle görev bilincinin zayıflatarak etik sorumluluktan kaçışla zirveye ulaşır. Karakter ve güven konusunda böylesi hatalı bir başlangıç erteleme davranışının duygusal altyapısını oluşturan pathosun da sağlıklı bir şekilde işlev göstermesini engelleyebilir.
Pathos, yani duygusal çağrışımlar, bir tür duygusal analjezi olan ertelemeyi daha net bir şekilde tasvir eder. Bir uçurumun kenarında durup, ayaklarımızın altındaki bilinmezliğe düşme korkusu tereddüt yaratabileceği gibi, çok zorlu bir görev üstlenmekten korkmak da ertelemeye yol açabilir. Duygusal engeller “Ya başarısız olursam?” sanrısıyla ortaya çıkan kaygının refakat ettiği görevden kaçış şeklinde görünebilir, “Ben bunu yapamam.” zannının açığa vurduğu yetersizlik hissinin eşlik ettiği çabayı ertelemede olabilir, “Bu iş ne işe yarayacak?” sorgusuyla oluşan anlamsızlığın yönlendirdiği motivasyon eksikliği ile de sonuçlanabilir, ilgili görevle duygusal bağ kuramamanın doğal sonucu olan duygusal analjezinin etkisiyle hareketsizliğe de dönüşebilir. Tüm bu varsayımsal duygusal sanrılar erteleme davranışının nihai olarak şekillendiği logosu da olumsuz etkileyebilir.
Logos, yani mantıksal akıl yürütme, ertelemenin duygusal karmaşıklığını çözmeye yardımcı olabilir. Bir nevi akrasia olan erteleme, bilişsel uyumsuzluğun merceğinden bakıldığında daha kolay anlaşılabilir; çalışılması gerektiğini bilmenin verdiği rahatsızlık ile boş zaman etkinliklerinin sağladığı anlık tatmin arasında zihinsel bir ikilem yaşanır. Mantıken, görevleri tamamlamanın ferahlama ve başarı yaratacağını biliriz, ancak dikkat dağınıklığının albenisi genellikle baskın çıkar ve kaçınma eyleminin harekete geçmekten daha çekici göründüğü bir paradoks yaratır. Modern nörobilim ve psikoloji de ertelemeyi açıklarken beynin mantıklı, plan yapan, uzun vadeli düşünen kısmı olan prefrontal korteks ile anlık haz ve kaçınma dürtülerinin merkezi olan limbik sistem arasındaki güç mücadelesine referans vermektedir. Özellikle davranışsal ekonomi ve psikolojide sıkça kullanılan bir kavram olan zaman tutarsızlığı da gelecek için rasyonel ve faydalı kararlar almamıza rağmen o zaman geldiğinde bu kararları uygulamak yerine kısa vadeli çıkarları tercih edebileceğimizi ve dolayısıyla erteleme tuzağına düşeceğimizi ifade ediyor. Peki, asırlar boyunca üzerinde düşünülmüş ve çalışmalar yapılmış bu zafiyetin üstesinden nasıl gelebiliriz?
Erteleme, basit bir zaman yönetimsizliğinden ziyade karakterimizin, duygu ve düşüncelerimizin tezahürü olduğundan ruhumuzun derinliklerine nüfuz eden çok yönlü bir meseledir. Ertelemenin korku, yetersizlik, belirsizlik gibi duygulardan kaçış olmak üzere çok boyutlu bir paradoks olduğunun farkına varmak, onu zafiyet olmaktan çıkarabilir. Ertelemeyi ortaya çıkaran duyguları tanıyıp adlandırarak öz-farkındalık geliştirme; zorlukları sadece baş edilmesi gereken engellermiş gibi değil tekamülün basamakları olarak değerlendirip anlam üretme yetisi geliştirme; hedefleri daha küçük, somut ve ulaşılabilir adımlara bölme gibi stratejiler geliştirerek erteleme vebasından kurtulabiliriz. Tutarlı bir şekilde olumlu sonuçlarla eşleştirildiğinde, çabanın kendisinin ödüllendirici hale gelebileceği anlamındaki "Öğrenilmiş Çalışkanlık" (Maide: 35) ilkesini benimseyerek ertelenmiş gelecekteki 'Ben'in değil, şimdiki 'Ben'in etosu, patosu ve logosu ile eyleme muktedir şahsiyetler olduğumuzu gösterebilmek umuduyla.