Tarık İnce

'Eğitimin Anlamı: Diplomanın Ötesinde Bir Hayat'

Tarık İnce

Sizce, bilgi ekonomisinin temel para birimi hâline gelen diploma, insanın gerçek değerinin ve düşünsel derinliğinin nişanesi olabilir mi? Aslolan bilgistlik midir, yoksa onu dönüştürmek, anlamlandırmak ve yaşamla bütünleştirmek mi? Sahiden tüm dünyanın takdirini kazanmış romanlarıyla Tolstoy, icatlarıyla Nikola Tesla, resimleriyle Picasso, besteleriyle Mozart ya da Apple ile Steve Jobs otodidakt değiller miydi? Mesnevisiyle Rûmî, Füsûsü’l-Hikem ile İbn Arabi, Risaletü’n-Nushiyye ile Yunus Emre, “Ya tutarsa” fıkrasıyla Hoca Nasreddin, ’Uzun İnce Bir Yoldayım’ mısralarıyla Âşık Veysel acaba hangi üniversiteden almışlardı istihdama giriş bileti olan diplomalarını? Bugünkü bankacı sistem içerisinde pazarlanabilir bir beceri setine sahip olduğumuzu gösteren diplomalar elbette kariyer ve sosyal statü için meşru araçlardır, lakin bireylerin içsel tekamülü ve kendilerini gerçekleştirebilmesi amacına hizmet ederek dünyayı yaşanabilir kılma konusunda pek de işe yarar görünmüyor gibi. Durum böyle olunca da modern eğitimin ve diplomalama sürecinin felsefik altyapısını irdelemek gerekiyor.

Eğitimin dolayısıyla da hak edilen diplomaların asıl amacının ne olduğu konusundaki düşünceler antik çağlardan günümüze kadar gelmektedir. Platon’un mağara metaforuyla tasvir ettiği zincirlerinden kurtulmuş, adalet, bilgelik, cesaret ve ölçülülük gibi evrensel hakikatlere vurgu yapan elit bireyler yetiştirme ülküsü bu tartışmaların başlangıcı olmuştur. Gökyüzünü işaret eden Platon’un aksine öğrencisi Aristoteles ise fayda ve toplumsal uyuma yönelik eğitim vizyonu oluşturarak, pratik bilgeliği (phronesis) ön plana çıkararak yeryüzünü işaret etmiştir. Tüm vatandaşların istikrarlı ve adil bir toplum için gerekli olan ortak erdemlerle donatılması gerektiğini savunmuştur.

Aydınlanmayla birlikte klasik ve dini otoriteden uzaklaşıp akıl ve bireye yönelen modern eğitimin amacı bireysel zihnin özgürleştirilmesi olarak ifade edilmiştir. Zihnimizin doğuştan tabula rasa, yani “boş bir levha” olduğunu varsayan Aydınlanma filozofu John Locke, eğitimin amacının zihni sadece bilgilerle doldurmak değil, erdem, akıl ve özdenetim geliştirmek olduğunu ileri sürmüştür. İnsanların doğuştan iyi olduğunu, ancak toplumun yapay kısıtlamaları ve ahlaksızlıkları tarafından yozlaştıklarını savunan bir diğer Aydınlanma düşünürü Jean-Jacques Rousseau ise eğitimin amacının bireyin doğuştan gelen iyiliğinin doğal gelişim aşamalarına uygun olarak ortaya çıkmasını sağlayan “doğal bir eğitim” olması gerektiğini savunmuştur.

Günümüzde ise eğitimin amacı, demokratik bir toplum var kılmak için bireylerin iyi vatandaşlar olarak yetiştirilmesidir. Bu görüşün savunucusu Amerikalı filozof ve eğitimci John Dewey’e göre eğitimin çocuğun bütünsel gelişimini (entelektüel, sosyal, duygusal ve fiziksel) desteklemek ve bireyleri demokratik topluma aktif bir şekilde katılmaya hazırlamak olmak üzere iki amacı bulunmaktadır.

Tarihsel ve sosyolojik olarak göklere referans edilen ve ideada olanın keşfiyle başlayıp sonrasında yeryüzüne indirilerek, bireysel zihinde gerçekleşenlerle sınırları çizilen eğitim, şu günlerde ise yeterlik belgesine indirgenmiştir. Yeterlik belgesi ilk olarak 11. yüzyıl Avrupasında üniversitelerde eğitimlerini tamamlayanlara licentia docendi (öğretme lisansı) adıyla verilmeye başlanmıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde Harvard Koleji'nde mezunlara parşömen şeklinde diploma verme geleneği başlatılmış ve Endüstri Devriminde resmi eğitim sistemlerinin yaygınlaşması standartlaşt diplomaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bugünlerde ise diplomalar dijital ortamlarda sunulmaktadır.

Tarihsel olarak masum bir gelişim süreci yaşayan diploma, 20. yüzyılda eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte sosyolog Randall Collins'in “Sertifika Toplumu” olarak adlandırdığı toplumun orta sınıfının vazgeçilmez bir gerekliliğine dönüşmüştür. Collins'e göre, öğrencilere sadece teknik beceriler öğretmekle kalmayan okullar, “kültürel para birimi” işlevi gören diplomalar vasıtasıyla öğrencileri egemen orta ve üst sınıfların normlarına, değerlerine ve iletişim tarzlarına alıştırır. Burada ki ciddi sorun ise yeterliklerin maalesef ki diploma adı altında çağdaş yaşamın (teoride mümkün, pratikte zor sınıf geçişlerine olanak sağlayan) gönüllü “Caste Certificate”ine dönüşmesidir.

Bu dönüşümün en acı belirtilerinden biri de topyekün entelektüel bir çıkmaza sürüklendiğimiz sözümona modern glocal dünyada, prestij sahibi üniversitelerin evrensel zulümleri görmezden geldiğine üzülerek şahit olmamız. Belki de, endüstri ihtiyaçlarıyla uyumlu toplumsal statüleri belirleyen bir araç haline gelen diploma, uzun zaman önce bir kimlik ve toplumsal sınıflandırma aracına dönüşerek, sinsi bir gönüllü kast sistemi oluşturdu da o yüzden herkes sessiz. Kariyer sahibi olmuş lakin anlamdan mahrum kalmış diploma sahibi, kürsü sahibi, Nobelli, Abelli ya da TWAS ödüllü bir insan evladı sözünü yükseltip de barışı, özgürlüğü, kardeşliği ve huzuru haykırmıyor ne yazık ki (Bakara, 2/120, 145).

Bize düşen ne peki? Şahit olduğumuz ya da maruz kaldığımız zulümler karşısında, sahip olunan diplomalara, salih amel, haşyet, hikmet ve ahlak ile tümleşen, teosentrik Hüseyni bir şahsiyet ve duruş kazandırmak yeni kuşaklara. Eğitimi ve diplomayı hem araçsal (kariyer, statü, ekonomik güvenlik) bir sertifikasyon süreci hem de araçsallığın ötesine geçerek, içsel (olgunluk, bilgi arayışı, insan gelişimi) yaşam boyu öğrenme ve insanlığa katkı odaklı bir süreç olarak ele alabiliriz. Nihayetinde edindiğimiz diplomalar birer kâğıt parçasıdır ve aslolan Rabbimizin buyurduğu üzere (Cuma, 62/5) o kâğıtlara niyet ve amaç eksenli ruh katacak bir şahsiyete sahip olmaktır.

Yazarın Diğer Yazıları