Tarık İnce

'Amaçsız' Eğitime Dair

Tarık İnce

"Sadece harfleri bilmeyen değil; okuduğunun ne anlama geldiğini bilmeyen de cahildir." — Epiktetos

Sizce Heidegger’i Kara Orman’a kaçıran şey neydi? Tüm akademik görev ve ünvanları elinin tersiyle itip, binlerce yıldır ululanan düşünürlerin aslında büyük bir ontolojik yanılgı içinde olduğunu söyleten peki? Ona, aradığı şeyin ne ciltler dolusu ansiklopedilerde, ne de yüzyılımızın tapınakları olan üniversitelerde olduğunu, o tılsımın aslında koyununu otlatan çobanın dünyasında, tahılını hasat eden köylünün bakışında olduğunu düşündüren şey neydi acaba? Bizlerin de zaman zaman sorguladığımız ‘Biz kimiz? Neyiz? Ne yapıyoruz? Burası neresi?’ gibi varoluşsal soruların cevabını bulmak için olabilir mi? Mikro düzeyde kendi varlığımızı anlamlandırmak, makro düzeyde içerisinde yaşadığımız kainatın bilincine varmak için sorulan bu soruların, sağlam bir zemine oturtularak yaşamın anlamlı kılınması asırlardır eğitim kurumlarının görevi olagelmiştir. Örf, adet, gelenek, görenek şeklinde aile kurumu ya da kabile reisleri tarafından, ilahi emirler şeklinde dini kurumlar tarafından ya da profesyonel eğitim kurumlarınca icra edilen bu asli vazife, günümüzde odağını yani amacını yitirmiş gibi. Ne’liğine ve nasıl’lığına o kadar odaklanıldı ki, niçin’i unutuldu sanki.

Antik çağlardan sanayi devrimine kadar ‘Niçin öğreniriz?’ sorusunun cevabı, günümüz neoliberal anlayışın mottosu haline gelmiş bireyin piyasa değerini yükseltme değil, varoluşun sırrına vakıf olmayı gaye edinen, kişinin iç âlemini aydınlatan bir nur, bir tür tapınma eylemi, ahitleşme ve anlam arayışıydı. Teknolojik ilerlemelerin enformasyona erişimi bu kadar kolaylaştırdığı, dahası zorunluluğa dönüştürdüğü günümüz dünyasında, eğitimin kendisi nihai ülkü olmaktan uzaklaştırılarak, icra edilmesi gereken alelade bir “iş”e dönüştürülerek araçsallaştırılmaktadır. CV’lerdeki okkalı bir niceliksel değer ya da sosyal medya müzayedelerinde sergilenesi bir sertifikaya indirgenen eğitim, kapitalizmin hükümlerince piyasa değeri olarak metalaştırılmaktadır. Sistemin biçtiği rolü yerine getirmek zorunda olan, hissiz, uysal, sıradanlaştırılmış ve yenisiyle kolayca değiştirilebilen bir güruh yetiştirme. Mankurtlaştırma belki de.

Bilgiyi daha iyi bir insan olma ülküsüyle değil, sadece daha iyi bir maaş alma kaygısıyla ona sahip olmayı marifet addeden dijital çağın geri kalma korkusu (FOMO), ötekilerin başarılarını veya deneyimlerini görüp kendini geride hisseden sertifuruşlara dönüşmekteyiz ne yazık ki. Ontolojik manada varoluşsal sorularımıza epistemik yanıtlar arama yolculuğu olmaktan azledilip, sadece meslek edinme ya da kalifiye iş gücü olarak sosyal statü yükseltmek için performans gösterme aracına dönüştürülen eğitimin anlamını yitiriyor olması ne yazık ki ürkütmüyor hiçbirimizi. Daha da acısı üniversite kürsülerindeki hocalar da, aklınca evladını doğru yola yönlendirdiğini zanneden biz ebeveynler de, bilerek ya da bilmeyerek, tellalığını yapıyoruz yüzyılımızın yeni dini olan bu tek dişi kalmış neoliberalizmin.

Ontolojik anlamda bireyi bütünsel olarak ele almak, fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak güçlendirmek ve aksiyolojik olarak yüceltmek olan eğitimin, salt ekonomik bir boyuta indirgenmesi ve dolayısıyla araçsallaştırılması, bizi çeşitli dehlizlerle karşı karşıya bırakmaktadır. En korkunç olanı, bireyin öğrenme faaliyeti üzerinde tasarrufta bulunma noktasında içsel ya da dışsal motivasyonunun kalmaması, amaç atrofisi sendromu yaşayarak ruhsuz bir üretim dişlisine dönüşmesidir. Bir diğer tehlike ise araçsal amaçsallık veya sinizm olarak tanımlanabilecek, bireyin içsel yetkinleştirilmesi amacını yitirip, sadece irrasyonel olarak örgütlenmiş bir tüketici toplumun ekonomik hedeflerine hizmet etmesidir. Bu denli sığ bir paradigmayı bünyesinde barındıran sektör odaklı mesleki eğitime dönüş ise etik normlardan sapmaları meşrulaştıran etik körlüğün kurumsallaşmasına imkân sağlamaktadır.

Oysa öğrenme ve eğitim, her ferdin kendi şahsına karşı en ulvi sorumluluğudur; gayesi sadece daha nicelikli bir hayat kurmak değil, daha nitelikli, derin ve anlamlı bir varoluş inşasıdır. Öğrenmenin nihai amacı sadece yaşamak değil, doğru, iyi ve güzel yaşamaktır. Bunun için eğitimin amacını yeniden düzenlemeli, onu finansal kazanç edinmeden ziyade etik değerlerin eksenine yerleştirerek, kariyer mücadelesi olarak değil, ruhsal bir miraç olarak telakki etmeliyiz.

Sahip olduğumuz diploma ve ünvanlarla mağrurlanmayı bırakıp, bildiklerimizin ham ve kaba doğamızı nasıl inceltebileceğine, bizlere manevi kıbleyi buldurup buldurmadığına, ruhumuzu arındırıp arındırmadığına, evrenin nizamını anlamamıza nasıl katkı sunduğuna ve nihayetinde Yaradan'a yaklaşma çabamızı ne şekilde desteklediğine odaklanarak yeniden inşa etmeliyiz. Eğitimi, sadece "birilerine yetişme" ve hayatta kalma aracı olarak değil, "özümüze dönme" yolculuğu olarak değerlendirip, bizleri nasıl daha nitelikli ve erdemli 'insan' yapabileceğini tefekkür ederek onu aslına geri döndürebilmek temennisiyle.

Yazarın Diğer Yazıları