Üç aydır tüm medya kanalları gündemi, Corona üzerinden “ maske, entübe, enfekte, pandemi, covid-19” sihirli kavramlarıyla hastalık ve ölüm tellalığı yapıyor. Sözde yeni dalgalanmalar korkuyu, paniği canlı ve sürekli tutuyor. Yasaklar tekrar devrede.
Enteresandır Corona startının verildiği günlerde bunun bir nevi mevsimsel virüs olduğu, amansız bulaşıcılığının (!) üst düzey ağızlarda üst düzey abartıldığını söyleyen uzmanlar birdenbire kayboldu.
Vücudu tehdit eden irili ufaklı her türlü hastalıkla baş etmenin ana etmeninin bağışıklık sistemini güçlendirmekten, radyasyon ve her türlü zehirli gazlardan arındırılmış temiz ve doğal bir çevreden geçtiğini, canhıraş savunan uzmanlara ne oldu?
Bir zihin kontrolü, algı ve korku objesi olan maskenin oksijeni kesip, verilen karbondioksiti tekrar solunması halinde hücrelerin organlara saldırıya başladığını söyleyen, söylemesi gereken virologlar nerede? Üç ay içerisinde algılar ve yasaklarla oluşturulan maskeli kalabalıklar amansız hastalık ve ölüm korkusunu canlı tutarken, çareyi asıl yapılmak istenene, aşı ve cipe yönlendiriyor. Sihir, hedef ve varılmak istenen sonuç da bu iki kelimede yatıyor zaten. Aşı ve Cip. Çok da hızlı gelişiyor her şey.
Esasında maske gerçeğinde seksen iki milyonluk ülkemizde en az kırk milyon insanın maske taktığını, her biri bir defalıktan iki değişimi varsayarak bir günde 80 milyon maskenin devasa çöp ve maliyetten başka bir şey olmadığının yatmasıdır.
Üstelik bu hesabın en asgari verilerle yapıldığını hatırlatmak isterim.
Aslolansa coronayla yapılan hipnozla insanlar ekonomilerin çöktüğünü, dünya nüfusunun büyük bir kısmını özellikle dar gelirlileri, tarihte eşine ender rastlanan boyutta yıkım, açlık ve işsizlik yarattığını düşünemiyor, göremiyor. Üç aydır verilen küresel korku startı, borçları erteledi, firmalar ve bankalar başta olmak üzere irili ufaklı iş sektörleri ciddi hasarlar aldı.
DSÖ Başkanı, virüs salgınından sonra insanların eski hayata dönemeyeceğini belirtti, hatırlarsınız ki Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bazı bakanlar da bunu söyledi. Bu yepyeni dünya düzeninin ne olduğuna dair net bir nokta tespiti yapamasak da hayra alamet olmadığını anlamak için ne müneccim ne teorist olmaya gerek var.
Nihayetinde DSÖ Başkanı Tedros Adhanom, “En büyük tehdit virüs değil, küresel dayanışma ve küresel liderlik eksikliğidir, bu salgını bölünmüş dünyayla yenemeyiz.” demiş. Anlayacağınız küresel tiranlar, komutlarını tek merkezden tek dünya milleti ve tek dünya düzeni üzerine kurmak istiyorlar. Dünya teke dümen kırmış durumda.
Özgür düşünüp, özgür yaşadığımızı sandığımız dünyamızda dışarıdan oluşturulan duygu, düşünce, davranışlar ve sonuçta algı bakış açımızı oluşturuyor.
“Hakikat arayışını ÖZGÜRLÜK olmadan düşünme, araştırma ve tecrübe etme özgürlüğü olmadan sürdüremeyiz. İnsanların her daim şüphe etme, tekrar bakma, ikinci bir görüş alma ve farklı bir yol deneme ÖZGÜRLÜĞÜ olmalı.” demişti Harari. Önümüze konulana balıklama atlamadaki özgürlük payımızı düşünmek durumundayız.
“Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla…” der Sokrates.
Düşünmek, sorgulamak, belki şüphelenmek, belki ikinciyi denemek acaba diyebilmek gözlem yapabilmek var olabilmenin, insanı insan yapabilmenin ulvi vasfıdır.
İnsan kendi düşündükleriyle canlı kalır ancak. Bir başkasının düşüncesi, ona köle yapar sizi. Düşünebilmekse onurlu var olabilmenin, onurlu yaşamını sunar size. Düşünmek özgürlüktür.
Tüm yaşamı boyunca özgür olmalı insan, insanlar.
SELAMETLE