Bildiğimiz şeyleri hatırlamanın sevinci olur yüreğimizde. Verilen nefese şükür gibi. Hayatı anlamlı yaşamayı hatırda tutmak da böyledir.
Hayat, her nefesle kendini yenileyen bir şiirdir. Ne kadar yıpratıcı olursa olsun, içinde saklı bir ışık vardır. Bu ışığı görmek, her anı aydınlatmak ve zorlukların karanlığında kaybolmadan yürümek, insanın en büyük zaferidir. Hakikat olan, bu ömrü yalnızca yaşamak değil, onu kendimize layık kılmaktır.
Her an, insanı ölüme biraz daha yaklaştırırken, aynı zamanda ölümsüzlüğe giden bir basamak olabilir. Hayatta atılan her adım, mücadele edilen her engel ve sevinçle süslenen her zafer, insanı kendi ölümsüzlüğüne bir adım daha yaklaştırır. Zira ölümsüzlük, yalnızca sonsuz yaşamda değil, ahiretin huzurunda da saklıdır.
İnsan ölümlü olduğunu bilerek yaşar, ancak bu bilince yenilmeden, hayatın içinde bir iz bırakmayı seçer. Bu iz, bazen bir tebessümde, bazen bir iyilikte, bazen de ardında bıraktığı güçlü bir hatırada kendini gösterir. Yakınların ölümleri bizleri hayattan soğutur. Ölüm ve umut ise yanyana yürür. Ölümlü hayata umut ektikçe hayat hep can bulur.
Her karanlık günün ardından doğan güneş gibi, her zorluk da beraberinde bir ışık taşır.
Ahiretin varlığı, hayatın en büyük hakikatlerinden biridir. Bu dünya, yalnızca bir hazırlık sahnesi, bir gölgedir. İnsan, bu sahnede yüce bir rol üstlenir. Zorlukları aşarak, adaletle ve iyilikle yaşayarak, ahiret için bir temel inşa eder.
Hayatı yüceltmek, her anı ışığa çevirmek ve ölümsüzlük yolunda yürümek, insana verilmiş en büyük sorumluluklardan biridir. Bu yolda yürüyenler, yalnızca bu dünyada değil, sonsuzlukta da huzur bulacaktır. Çünkü hakikat, her şeyin ötesinde bir ışık gibi insanı aydınlatır ve her adımı anlamlı kılar.
İnsan, bazen bir çocuğun gözlerinde unutur dünyanın ağırlığını.
Bazen bir annenin duasında bulur kaybettiği gücü.
Ve bazen tek başına gecenin ortasında, yıldızlara bakarken hisseder.
bu dünya dediğimiz yeryüzü misafirhanesinin ne kadar geçici olduğunu öğretir imtihanlarla.
Öyleyse yaşamak dediğimiz yalnızca nefes almak değildir.
Bir çiçek gibi açmak, bir nehir gibi akmak,
bir dağ gibi dimdik durmaktır.
ve en sonunda bir rüzgâr gibi geride serinlik bırakmaktır.
Zira insanın büyüklüğü, dünyaya ne kadar sığdığında gizlidir.
Kalbinin derinliğinde, bir başka âlemin özlemiyle çarpar ruhunda .
O özlem, yalnızca bir vaat değil,
ilahi bir çağrıdır: "Kalıcı olana yönel, fanı olanı bil... "
İyiliğin tohumu toprağa düştüğünde,
belki sen görmezsin yeşerdiğini,
ama göklerin defterine işlenir o iyilik,
ebediyetin baharında filizlenmek üzere bekler.
Her sabır, içsel bir duadır.
Her affediş, nefsin zincirini kıran bir kurtuluştur.
Her şükür, sonsuzluğun kapısını aralayan bir anahtardır.
Ve her fedakârlık, kendini aşmanın
ve Rabb'e yaklaşmanın sessiz secdesidir.
İnsan bazen bir sözle yücelir,
bazen bir sessizlikle...
Bazen bir veda ölümsüz kılar onu,
bazen de vedasız gidişle başlar sonsuz yolculuğu.
Hayat, ne yalnızca doğmak ne de sadece ölmekten ibarettir. O, ikisinin arasındaki ince çizgide inşa edilen bir anlamdır. Her insan, kendi hayatına anlam yükledikçe var olur. Çünkü yaşamak, yalnızca nefes almak değil; her nefeste kıymetli bir izi ardında bırakmaktır.
Hayat dediğimiz bu meşguliyet; yorucu, inişli çıkışlı, zaman zaman acımasız bir akışta sürer. Ancak o akışın içinde saklı olan bir cevher vardır. İnsan olma cevheri. Ve insan, bu cevheri keşfetmeye gönül verdiği oranda yücelir. Kimi zaman bir acıya gösterdiği sabırla, kimi zaman bir haksızlığa karşı duruşuyla. Kimi zaman ise kimsenin görmediği bir iyiliği, yalnız Allah için yapmasıyla…
Zira her an, insanı ölüme bir adım daha yaklaştırırken, aynı zamanda ölümsüzlüğe bir adım daha yükseltebilir. Ne garip bir denge değil mi? Ölüm korkusunun gölgesinde yaşarken, aslında ölümsüzlük tohumları ekmek... Çünkü insan, geride bıraktığıyla yaşar. Yazdığı bir cümle, yetiştirdiği bir evlat, dokunduğu bir gönül… Hepsi bir izdir sonsuzluğa uzanan.
İnsanın fıtratında vardır baki olana yönelmek. Bu dünya, ne kadar parıldarsa parıldasın; içinde bir geçicilik sancısı taşır. O yüzden en güzel sofralar doyurduğu kadar çoğalır, en coşkulu neşeler gönüllerde yankılandıkça kişiye sevinç verir. Ruh, kalıcı olanın özlemiyle yanar. Kalıcı olan ise insanca yaşanmış bir hayatın ardından gelen huzurda saklıdır.
Öyleyse hayatı yüceltmek, gösterişte değil, sadelikte… Kalabalıkta değil, incelikte… Başkaları ne der diye değil, "Rabbim ne der?" diyerek yaşamaktadır. Kimi zaman bir kalbin kırılmaması için susmak, yüceliğin ta kendisidir. Kimi zaman ise zalimin karşısında hakkı söylemek…
Ölümsüzlük, her zaman göklere yazılmaz. Bazen toprağa düşen bir tohumda, bazen bir yetimin kalbinde yankılanır. Bazen de ardında dua eden bir dilin ucundadır. Ahiret inancı, bu geçici dünya sahnesinin dekorlarını anlamsız kılmaz, bilakis daha da anlamlı hâle getirir. Çünkü biliriz ki, burada kurduğumuz her cümle, orada yankılanacaktır.
Bu yüzden ölüme rağmen umut, karanlığa rağmen ışık, yokluğa rağmen iyilik. İşte insanın büyük yürüyüşü budur. Her zorluk bir basamak, her sabır bir yükseliştir. Her iyilik, sonsuzluğun penceresinden sarkan bir nurdur.
Ve bir gün bu sahneden indiğimizde, arkamızda yüceltilmiş bir hayat kalmalı. Çünkü hayatı yüceltmek, yaşarken ölmeyecek şeyler bırakmaktır. Ve ölümsüzlük, ardında iyilikle anılmak, dualarla hatırlanmak ve Rabb’in katında bir yer bulmaktır.
“Fırtına görmüş yaprağın gün gelip düşüşü bile heybetlidir “
Vesselam