Nesibe Aldemir

Yoğun Bir Yalnızlık

Nesibe Aldemir

 ‘’Eylül toparlandı gitti işte
 Ekim filan da gider bu gidişle..."

Der Turgut Uyar’ ‘’Acıyor’’ isimli şiirinde. Ve biz bu gidişlerin çoğu kez farkına varmayız. Ömrümüzden hızlıca akan ayların, yılların gidişini hissetmeyiz.

Kalbimizin orta yerine yerleşen dünya telâşı, mevsimlerden koparır bizi yaprak yaprak. Dökülür ömrümüzden yıllar. Sarı düşler sarar her yanımızı. Yaşanmadan geçen yılların içinde hapsolur "yaşama sevincimiz". Bir dostun kelamına hasret, bir kardeşin sıcaklığına gurbet, bir insanın insanlığına özlemle biter sayfalar. Beklentiler durağında bekleyen yolcular misali beklemekten yorgun düşeriz. Bir güzel söz, bir güler yüz, bir gönül alma, biraz anlaşılmak, biraz keder paylaşmak, biraz hüzün dağıtmak, biraz neşe satmak...

Hayat paylaşmakla güzeldir. Paylaşılanları saklamaktır güzelliği daim kılan. Gönlün gönle değmediği bu diyarda, yalnız yaşar insan kalabalıklar içinde. Etrafında bir yığın insanın olması seni yalnızlık diyarından çekip çıkarmaz. Seni anlayan, sesini duyan ve kalbindeki yorgunluğu gören insanla gerçek anlamda yakınlık kurabilirsin. Bu kişi ister kilometrelerce uzakta olsun isterse yanında yörende olsun fark etmez. Mühim olan gönülden gönle kurulan bağdır. Sizin de vardır sesinde bile dinlediğiniz dostlarınız. Ve ya ses tonunuzdan nasıl olduğunuzu hissedenleriniz. Bunun kadar kıymetli bir yakınlık yoktur bu âlemde. Değerini bilip değer verene büyük bir hazinedir ünsiyet bağı.

İnsanın yüklerini taşınabilir kılan, insanı ayakta tutan vitamin değerleri misali insana denge sağlayan bu bağlar yüz yılların verdiği bir aşınma ile aşındı. Çok yoğun olduğumuzu yakınıp duruyoruz her birimiz. Aylardır sesini duymadığımız nice güzel insanlar vardır rehberimizde. Telefonla konuşacak kadar zaman ayırmaktan aciz olduğumuz yakınlar, dostlar, komşular... 

Sahi hangi yoğunlukta yoğruluyoruz? Hamurumuzu bu denli katı kılan nedir? İçi boş özgüven kalıpları mı, sanal âlemin aramıza ördüğü duvarlar mı? İçimize dolan dünya mı? Vaktimiz bolluk içinde darlığa düştüyse bunun suçlusu kim? Herkesin herkesi suçladığını duymak zor değil ki? Kim kalksın da aynaya bakma zahmetine girsin ki ey dost! Kendi körlüğümüzün içinde kaybolmuşken bizi birileri görmüyor ve duymuyor diye şikâyetçi olmaya ne kadar hakkımız var? Öyle ya çağımızın insanı eli taşı altına girmeden, yara almadan, yara sarmadan "gönüllerde taht kurma hülyasına" dalıyor. Fakat gel gör ki gönül kapısının anahtarı hislerle çalışıyor. Oraya sızan sevgi, muhabbet, samimiyet ve samimi niyet solan güllerimizi yeniden diriltiyor. 

Yalnızız dostlar yalnız. Yalın ayak yürümeye korkuyor kalbimiz. Ön yargılardan, eleştirilerden, anlaşılmamaktan, güvensizlikten, samimiyetsizlikten... Yoğunuz dostlar yoğun. Bir telefona zaman ayıramayacak kadar. Yürek serinleten bir cümle kuramayacak kadar. Yoğunuz Eylül' de Ekim' de ve belki Kasım'da... Belki de ömrümüz son bir baharda, son bir anda...

Yazarın Diğer Yazıları