
Şükür mü şikayet mi?
Nesibe Aldemir
Hayatta yaşanan her sıkıntı ve zorluk arkasında bir kolaylık ve bilgelik gizler. Bizler bu kolaylığı kolayca atladığımız için işin öğretici tarafına da nail olamıyoruz ya da nail olmakta zorlanıyoruz. Çünkü hayatı kolaylıklar üzerine kurulu düzlemde düşlüyoruz.
Düşümüz çiçekli bağların dikensiz gülleri olunca yolumuza çıkan her taşa olabildiğince sert vuruşlarla tepki veriyoruz. Bu durum bizi sürekli her şeyden şikâyet eden şükürsüz insanlara dönüştürüyor. Vaziyet böyle olunca hayatın hep karanlık tarafını saf tutuyoruz. Oysa insan her yeni güne yeniden doğan güneş misali kalbinin sokaklarını aydınlatacak ışığı kendinde bulmalı ve tekâmül yolculuğuna bir an önce başlamalıdır. Aksi halde başına düşen yağmur damlalarına söylenir ve yağmurla kavga eder. Yağmurun sebep olduğu güzellikleri göremez. Onun toprakta dem tutan eşsiz kokusunu duymaz, tohumları çatırdatan hikmetine kulak asmaz.
Hayata ve insanlara bakış açımız dünyayı algılayış şeklimizi belirler. Burada hizmetimize sunulan nimetleri görmeyip sürekli olumsuzluklara odaklanmak ömrümüzün baharlarını kışa çevirir. Hatta yaşamı parmaklıklar ardında yaşayan mahkûmlara dönüşüveririz. İnsanın kendini dünyada hapsetmesi kadar büyük bir tutsaklık yoktur.
Her nerede ve nasıl şartlarda olursak olalım aydın bakmanın ve aydın görmenin ilk koşulu bu hayatın sadece “çiçekli bir bahçeden” ibaret olmadığını kabul etmektir. Karşımıza her zaman iyi insanlar çıkmayabilir, başımıza her daim iyi olaylar gelmeyebilir, neşemiz sürekli yerinde olmayabilir, hayat ve insanlar bizden yıllarımızı götürmüş olabilir, çeşitli hastalıklarla sınanabilir, niyetimiz iyi de olsa olumsuz sonuçlarla karşılaşabilir, emeklerimiz ziyan olabilir… Tüm bu olabileceklerin olacağından endişe duymak yerine mevcut halimizle hayata farklı yönden bakmayı denemeliyiz.
Ruhumuza ve kalbimize iyi gelen güzellikleri keşfedip şikâyet ettiğimiz şeyleri tekrar gözden geçirmeliyiz. Bu muhakemeyi yapamadığımız takdirde maneviyatımız zarar görür. “Zararın neresinden dönersek kardır” düsturuyla “an”nın değerini idrak etmeli ve ne zaman nerede biteceği bilinmeyen hayatımızın içinde prangalar misali bizi saran olumsuz duygulardan uzak kalmayı başarmalıyız. Aksi halde ömrümüz kara zindanlarda ziyan olmaya devam edecektir.
Acıyı, kederi ve karşımıza çıkan sıkıntıları tekâmül yolculuğumuza başlamaya vesile olan araçlar olarak görelim. Buralardan çıkardığımız dersleri bilgeliğin üzerine eklenen bir tuğla gibi düşülelim. Bu düşünceler insanın şikâyetlerini azaltır, şükrünü artırır. Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi “Nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva(şikâyet, yakınma), musibeti ziyadeleştirir.”
Velhasıl insan hayat yolculuğunda yoluna çıkan engebeleri y/aşarken ruhunu ve kabini karanlıklara ve zindanlara mahkûm etmemelidir.“Derdini sev, kaderini sev, sana kuyuların karanlığından sonra aydınlığı göstereni sev” der Prof. Kemal Sayar söylediklerimizin özü niteliğinde.
Sert esen rüzgârların karşısında ayakta kalmayı öğrenmeli, içinde bulunduğumuz dünyayı güzelleştirmenin çarelerini aramalıyız. Bu arayış insanın gönül gözünün tıkanan damarlarını açar. “Mavi bir kelebeğin yeşil çimler üzerinde uçuştuğunu görünce hayatın renklerinden ne kadar da çalmışız” diye söylendi meczup. Siyah beyaz fırçası elinde hazır bekleyip şikâyet üstüne şikâyet ederek hayatın rengini ç/alanlardan uzak kalmanız duasıyla Allah’a emanet olunuz…