Nesibe Aldemir

Öz Bakım

Nesibe Aldemir

Sessizce ölüme terk ettiğimiz duyguların ve hislerin can çekişini izliyoruz. Hızın ve hazzın önceliğimiz konumunda olması bizi insani değerlerin altında olan bir yaşam standardında yaşamaya mahkûm ediyor.

Özünden kopan insan, dijital çağın karanlığında zihin bulanıklığıyla hayatta kalma mücadelesi veriyor. Değerlerine sırtını dönenlerin sayısı çoğaldıkça toplumsal bir çürümenin de önüne geçilmiyor. Birbirinin benzeri hayatlar, seri üretimi andıran ürünler misali sergileniyor. Yaşam şeklimizi belirler hale gelen bu hayatlar, bizi insan kimliğimizden vazgeçmeye zorluyor.

Hislerimiz anesteziye maruz kalmışçasına donuklaştı. İlgi duyduğumuz malayani işler bütünü bizi ruhumuzdan koparıyor. Sadece yeme, içme ve gezme sanatına dönüşen hayatlarımızda huzuru derinden hissedemiyoruz. İçimizde yankılanan yalnızlığın sesine kulak vermek yerine o sesi duymamak için kulaklarımızı kapatıyoruz.

Hep bir eksiklik hep bir tamamlanmama hissine yol açan bu vaziyet bizi sadece bu dünyalık insanlar haline dönüştürüyor. Böyle bir dönüşümün içinde özüne yabancılaşan insan sayısı her geçen gün daha artıyor. Bu artışa dâhil olanlar, sanal âlemin kucağında rahatlamak için çaba sarf ediyor. Oradan alınan haz ve mutluluk da çok az bir vakitte etkisini gösteriyor hayatlarımızda. Ardından koca bir boşluğun içinde kendini buluyor insan.

Kendi boşluğunda kaybolan insanlara, dünya anlamsız ve bir o kadar da boş geliyor. Bu yüzden insan, manasız gelen günlerin sayfalarını karalarken yanlışı doğruya, iyiliği kötülüğe karıştırıyor. Hatta o sayfaları yırtıp atınca tüm yaşamışlıkları bir çırpıda silineceğine inanıyor. Bu inancında samimi olmasa da böyleymiş gibi varıyor. Oysa insan, vücuduna aldığı gıdaların bile kendine yaramayan kısmını dışarı atmaktadır. Ruhumuz da böyledir. Bize iyi gelmeyen, insan ahlakına aykırı eylemleri de ruhumuz bir şekilde dışarı atacaktır. Belki bugün belki yarın fıtratına aykırı davran insan ruhunun yaralarıyla sızlanıp duracaktır. Çünkü insan düşünen, fikir üreten, muhakeme eden bir varlıktır. Nefsinin buyruklarına hizmet ederken ona lezzetli gelen yalan dolan, iftira, riyakârlık, hasetlik, kin, nefret, kibir, kendinin olmayana el uzatmak ve dahası… Sonrasında ruhunda onulmaz yaralar açan eylemler ve haller…

Hepsi değilse de bazılarına değmeden geçmeyenimiz yoktur bu âlemden. Mesele neye zaafımızın olduğunu bilmektir. Mesele kendimizi bütün ayrıntılarıyla tanımaktadır. Dünyanın iyiye gitmediğinin ve çağın iyi bir çağ olmadığının serzenişini yaparken ne denli özeleştiri yapabiliyoruz? Kırık aynalardan kendimizi ne kadar iyi gözlemleyebiliyoruz? Yeri geliyor konuyu çocukluğumuza bağlıyoruz yeri geliyor anne babamızı suçluyoruz. Belli bir olgunluğa erişmemize rağmen kendi gerçeğimizi örtmek için çeşitli perdeler arıyoruz. Oysa insan denilen varlık akıllı olduğu kadar da gaflete düşmeye meyyaldir. Hatalar üstüne hatalar yapıp yeniden doğan günün güneşiyle umudunu tazelemek de insana has bir özellik ve güzelliktir. Bu umutla hislerini ve duygularını yeniden diriltebilir insan.

Yaşam şeklini yeniden gözden geçirebilir. Başkalarına benzemek için sarf ettiği eforu ruhunun ve kalbinin öz bakımına ayırabilir. Zararlı otları bahçeden ayıklar misali kendisine iyi gelmeyen ve aynı zamanda toplumsal çürümeye yol açan hallerini de hayatından ayıklayabilir. Böyle bir temizlik insanın özüne dönüşünün ilk adımı olabilir. Diğer adımları da ruhumuzun ihtiyaçlarına göre sıralayabiliriz. Hız ve haz çağına esir olmayacak kadar kıymetli bir ruh taşıdığımızı unutmadan yaşamak duasıyla…

Yazarın Diğer Yazıları