
Maddeden Manaya
Nesibe Aldemir
Sessizce ölüme terk ettik içimizdeki öksüz duyguları. Maddenin aklı çelen kokusu, çağın insanını yalnızlığa gark eyledi. Bireysellik göklere çıkarıldı. Gökyüzünün mavisine olan tutkumuz mazide kaldı. Haz ve hız peşinde koşarken ruhlarımız da bedenlerimizin gerisinde kaldı.
Soluk almak yerine soluksuz yaşamayı yeğledik. Eylemlerimizi sorgulamak yerine birilerinin bize dayattığı yaşam biçimlerini yaşamayı tercih ettik. Kırık aynalardan yansıyan suretimize nicedir bakmayı ihmal ettik. Giydiğimiz kıyafetlerle, yediğimiz yiyeceklerle bedenimizi mesrur eyledik. Ruhumuzun açlığına ise duyarsız kaldık. Bu duyarsızlıktan olsa gerek her şeyi çabuk tüketir olduk. Dirayetimiz azaldı, sabrımız ise zaten yok.
Kaygılı, endişeli ve dahi tedirgin yaşayan insanlar kervanına dâhil olduk. Nimet zehirlenmesinden midir bilinmez, çağın insanı her şeyinin olmasına rağmen büyük bir yokluğun içinde. İçtenliğini yitirmiş, samimiyetten bir haber, sevmeyi ve sevilmeyi unutmuş vaziyette.
Hissiz ve duygusuz yaşayabileceğine inandırılmış olanlarımız, maddenin insanı cezbeden ışıltılı dünyasında griye çalan renklere mahkûm olmuş.
Sahip olduğumuz veya sahip olduğumuzu zannettiğimiz malı mülkü birer araç olarak değil de amaç olarak görüyorsak ruhumuz daima dibe çökecektir. Kaygılarımız artıp huzursuzluğumuz çoğalacaktır. Aklımızı varlığımızdaki o gizemi çözmek yerine maddenin dünyadaki kısır döngüye teslim edersek her günümüz birbirinin aynı olmaktan kaçınılmaz olacaktır. Benliğimizde gizlenen o eseri ortaya çıkarmak yerine egomuzu gün yüzüne çıkarırsak kendimiz olamayacağız. Kendimiz olmak için önce kendimizi iyi okuyacağız. Bu okumayı yapmadan ise ne kadar okursak okuyalım hep birinci sınıfın sıralarında kalacağız.
Aşamadan geçecek ömür, karlı dağları ve yokuşları. Kaybolup gideceğiz herkes diyarında. Dünyanın iki kapılı bir han olduğunu unuttuğumuzdan olsa gerek burada baki kalacakmışız gibi planlar yapıyoruz. Yüreğimizi aşka, sevgiye, inanca yer kalmayacak şeklide inşa ediyoruz. Bu haseple gün geçtikçe katılaşıp her geçen gün biraz daha yok oluyoruz. Anestezi almışçasına yaşıyoruz. Acılara, savaşlara, hüzne, gözyaşlarına karşı duyarsızlığımız arttı. Sevinçlerimizi de acılarımızı da küçülterek yaşamaya başladık. Anlayacağınız tükettiğimiz sadece ömür değil duygularımız da.
Dünya serüvenindeki hikâyemiz bitmeden burada var olmanın hikmetini arayanlardan olmaktır esas arayış. Bu arayışa nail olmak için duyarlı insan sınıfına da dâhil olmanın gerekliliği kanaatindeyim. Yaşamımızı idame ettiğimiz çevremiz başta olmak üzere tüm dünyada yaşananlara karşı duyarlı olmak bizi biz yapan en önemli insani değerlerdendir. İçimizdeki öksüz duygulara sahip çıkarak bu yolculuğu daha anlamlı hale getirebiliriz. Haz ve hızın bizi kuşatmasına rağmen ruhumuzu yaşadığımız çağın ötelerine taşımayı şiar edinmeliyiz. Onu ne ile beslediğimize dikkat ve rikkat kesilmeliyiz. Kısacık ömrümüzü ne ile nasıl geçirdiğimize dönüp bakmanın vakti gelmedi mi? Kıyısında dolaştığımız ummanlara açılmadan derelerde boğulmak niyedir düşünenimiz var mı?
Korkularımızı, kaygılarımızı ve dahi endişelerimizi en az seviyelere çekerek yaşamak özgürlüğün ve özgünlüğün kapılarını aralayan ilk adımlardandır. Hislerimiz ve duygularımızla manevi dünyamızın üzerindeki enkazı kaldırmak bu yolculuğu anlamlı kılan diğer adımlardan olacaktır. Hâsılı madde âlemiyle kurduğumuz ünsiyeti mana âlemiyle de kurmak durumundayız. Aksi halde bir evi süsleyen eşyalar misali dünyayı süsleyen varlıklardan öteye geçemeyiz vesselam.