
Geçerken
Nesibe Aldemir
Zamanın kıyısından usulca geçiyor hayatımız. Hiç bitmeyecek sandığımız şeyler çabucak bitiyor. Geçemeyecek diye kaygısını duyduğumuz anlar hızla geçiyor.
Geçip gidenlerin içinde un ufak oluyor hislerimiz. Ne dem baki ne gam baki ya hu! Demiş devrinin en şanlı sultanları. Hoş ki tarihe karıştı şanlar, şöhretler.
Kapımızdan içeri giren hüznün, kederin ve acının daima bizimle misafir olacağı duygusuna kapılırız kimileyin. Onları gönül odalarımızın en karanlık yerinde misafir ederiz. Güneşin girmediği nemli, rutubetli odalar… Başımıza gelen musibetler, hastalıklar, ayrılıklar, acılar geldi mi hiç gitmeyecek sanırız. Bazıları ömür boyu bize yoldaş oluverir. Onunla yaşamayı da öğreniriz. Fakat çoğu gelip geçer. Misafirlik süresi dolanı kibarca yolcu ederiz. Onların bıraktığı izler ve kokuları temizlemek zaman alsa da hayatımıza kattıkları yeni anlamlarda soluklanırız.
Benzer olarak bize konuk olan neşe, mutluluk, sevinç ve umudu gönül odalarımızın en güzel yerinde konuk ederiz. Güneşli, ferah, insanın içini aydınlatan mekânlarda ağırlarız yüreğe şifa olan konuklarımızı. Bazıları ömür boyu bize yoldaş olur. Onunla yaşamayı şiar ediniriz. Elinden tutarız neşenin, umudu baş göz üstü ederiz. Bu misafirlerimiz de ara ara gelir gider gönül otağımıza. Onları karşılarken sevinir, yolcu ederken ise hüzünleniriz. Hayatın anlamına anlam katan bu misafirler, tadı damağımızda kalan tatlılar misali unutulmaz lezzetler bırakır dimağımızda.
Böyle seyreder gider ömür nehrinin yatağı. Geçmeyecek olan geçer, bitmeyecek olan biter. Mühim olan olduğumuz hal içinde afiyette ve güçlü kalabilmektir. İnsan aciz bir varlık olduğu kadar da dayanaklı ve güçlüdür. Tükettiği kadar da üretkendir. Bu tezatların arasında kurduğu dengeyle yaşamını idame edenler karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelemeseler de o yokuşlu yolun bir gün son bulacağına inanırlar. Bu inançları onların dirayetini artırır, sabrını besler. Her artan dirayet yaşama atılan sağlam adımları doğurur. Kendini bilmeyi öğretir. İnsan, maruz kaldığı psikolojik şiddette rağmen, derin yaraların izinde kaybolduğu çukurlara rağmen akış halinde yaşamayı öğrenir. Dahası hayatın kendisini bir öğretmen olarak görür. Karşılaştığı her hadiseden her insandan bir şeyler öğrenerek büyütür gönül odasının duvarlarını.
Genişledikçe odaları yaşamdan sızan hislerin ve duyguların yeri de genişler. Misafirlerini daha iyi ağırlamaya başlar. İnsan bu başlangıcı hangi yaşta yakalarsa yakalasın bu öylesine kıymetli öylesine vazgeçilmezdir ki bulunan hiçbir cevherle değişilmez bir haldir. Kimisi bunu hayatı tanımak olarak yorumlar kimisi insanı anlamak olarak tanımlar. Katılır mısınız bilmem ama nasıl tanımlanırsa tanımlansın bütün tanımların çıktığı kapı kendini bilmekten geçer evvela. Çünkü kendini bilen Yaratanını bilir, kendini bilen yaratılanı bilir.
Hâsılı unutmayalım ki ömür dediğimiz yol, geçip gidenlerin başını çeker. Hızlıca akan ömür nehrin önünde durmaya hiçbirimizin gücü yetmez. Nihayetinde bu nehrin getirdiği ve bizden götürdüğü şeyler olacaktır. Ama ve lakin nehrin üzerine yol alan kayıklar misali her birimiz kendi yolculuğumuza değer ve kıymet katmayı bilelim… Merhum Teoman Duralı Hocanın sözünü hatırlayalım; “Ömür, insanın kendine geldiği andan itibaren başlar yani gözlerimizi hayata açtığımız andan itibaren değil. Kendimizi bulmaya başladığımız andan ölümümüze değin geçen süre ömürdür.”