
Şehir Kemiriciler
Necip Cengil
Kendilerini ulaşılmaz sanıyorlar veya öyle olmak için ne yapabiliyorlarsa yapıyorlar. Oysa ne kadar kibir yüklenseler göğe ulaşamazlar, bilmiyorlar. Kendilerini güçlü sanıyorlar ya, heyhat, geçmiş kendilerini güçlü ve ulaşılmaz görenlerin çöplüğü ve o çöplüğe görmemek için yönlerini çevirip duruyorlar. “Onlar kuvvetçe sizden güçlü, bıraktıkları eser itibariyle sizde daha ilerideydiler” diyor Kur’an ve büyüklenenlerin nicesi güya Kur’an’a tabi olduğunu söylüyor.
Şehirde her şey bizden sorulmalı tarzıyla görüntü veriyorlar, bu şehirde bizden hariç kimsenin dediği olmamalı havasındalar. Şehre kattıklarını araştırsanız eliniz boş dönersiniz. Şehirden kendilerine yonttukları ne derseniz, hayret, bunlar “öleceklerine ve hesap vereceklerine inanmıyorlar mı” sormak durumunda kalırsınız.
Şehrin faydasına ürettikleri bir proje var mı diye sorsanız, mumla ararsınız. Projesi olan insanlara bakışları ne, destek oluyorlar mı, “bunlar şehre bizden faydalı, bunların önünü kesmeyelim” diyebiliyorlar mı? Hem kendileri için, yarınlarında, hesap vaktinde hesabını veremeyecekleri bir ağırlık biriktiriyorlar, hem şehri güzel şeylere kapalı hale getiriyorlar.
Kim bunlar diyen olabilir.
Şehir kemiriciler denilse bu davranış sahiplerine, kim bunlar sorusunu soranlar, bihakkın bakarlarsa görür onların kim veya kimler olduklarını…
Şehir kemiriciler uyarılmayı, öğüt almayı sever mi diye soran olursa, bilmiyorum derim. Zira öğüde ihtiyaçları yok, her şeyi biliyorlar, kimseye muhtaç değiller, öğüt vermeye kalkan olursa, “ağzın kokuyor, önce kendine bak” diyen bir halleri var.
Ağzı kokmak ifadesi de meşhurdur. Mesela “ağzı mercimek çorbası” kokmak. Mesela “ağzı bulgur pilavı, kuru fasulye kokmak” veya “düşük ve orta gelir seviyesinin ne kadar ağız kokusu varsa, o kokuyla ağzınızın kokuyor olması” onlar için, kendilerine öğüt veremeyeceğinize dair bir nedendir. Peygamberlere inananlara bakıp, o dönemin “mele” kalbur üstü kişileri de “ayak takımın inandığı kişinin öğüdüne ihtiyacımız yok” diyorlardı. Kimi ağız kokusuna bakıp, kimi ayak takımı diyerek kendisine bir sorgulanmazlık payesi biçiyor
Her dönemim şehir kemiricileri, ideolojileri farklıdır. “Ne sağcıdır ne solcu” diye bir tekerlememiz vardı. Tekerlemeyi “şehir kemiricisidir, kemirici” diye tamamlayabiliriz.
Hepsinin ortak özelliği “hesap günü” diye bir kabullerinin, öyle bir günün geleceğine dair “yakinlerinin” olmamasıdır denilebilir.
“Onların sinelerinde ulaşamayacakları bir büyüklenmeden başka bir şey yoktur, bomboş kişilerdir” anlamını vereceğimiz bir ayetle de şehir kemiricilerinin kimliğine dokunabiliriz.
Neticede şehre yapacaklarını yapıp, arkalarından dua veya beddua almayı umursamayarak yol alıyorlar. Oysa mesela İbrahim peygamberin “rabbim bu dünyadan ayrıldıktan sonra iyilerden olarak anılayım” duası vardır Kur’an’da. Düşünün bir peygamber böyle bir dua yapabiliyor ancak şehir kemiricilerin böyle bir derdi yok. Onlar daha ziyade “iki bağ sahibinden” hani arkadaşına “malım ve adamlarım çok, seni satın alırım” tarzıyla konuşanın dediği “hesap günü geleceğini sanmıyorum ama ola ki o gün geldi, bugün bana bu gücü veren o gün de bana verir” bakışına veya körlüğüne sahipler. Zira “görmeyene gördüremez, duymak istemeyene işittiremezsiniz” diyor alemlerin rabbi ve mutlak hesap görücü olan Allah!
Bu şehir kemiricilerin bir kısmı da “inkarcılar ve şirk koşanlar hakkında söylenenleri bize hatırlatmayın, biz inanıyoruz” diyorlar. “Onlara sorsan inanıyoruz derler” uyarısını iyi düşünmek lazım gelir.
Bir “Müslüman duyarlılığıyla” bakmak o kadar da kolay değil aslında; buna engel olacak “kemiricilik” var. Şehir kemiriciliği buna mâni oluyor.
“O gün kim neye inanmış, ayrıldığınız konular hepsi size gösterilecek” “O gün herkese oku kitabını” denecek. Kesin olan bir şey “herkes yarın, hesap günü canlı yayında okuyacağı kitabını yazıyor” ve buna inanmayanlar, inanır gibi olup da ciddiye almayanlar var diye bu gerçek yok olmaz!
Kapalı yazma, isim belirt diyen olursa, cevabım; iyi ve kötü magazinleştirilince daha bir sıradanlaşıyor derim.