
Günün Nasıl Geçer
Necip Cengil
Ola ki soran oldu; günün nasıl geçer?
Anlatayım…
Güneşten önce doğarım.
Sabah işimin başına gittiğimde, önce birkaç sayfa Kur’an mütalaa ederim. Kitap ne diyor bana diye sorarım. Dediğini düşünür, bu arada günümü programlarım. Kitabın dedikleri önemlidir. Başkasına söylememiştir. Bana söylemiştir. Anlamam ve yaşamam içindir. Başkasına cevap vermek için değildir, kendi sorularıma cevap ararım. İyilerden bahsettiğinde, iyilik nedir, nasıl iyi olunur, nasıl iyi olabilirim derim. Kötülerden bahsettiğinde, kötülük nedir, kötülüğü ve kötüleri tanıtan emareler nelerdir, onlardan nasıl korunur, kötülüğü kendimden nasıl uzak tutabilirim derim. Tefekkür ederim. Okuduklarımla başkalarını suçlayacak malzeme aramam. Kendimi beslerim.
Sonra işime yoğunlaşırım. Bugün işimle ilgili ne gibi iyilikler, iyileştirmeler yapabilirimi düşünürüm. Gelenler olur, oturur konuşur, sorar, cevap arar, cevap verir, siz olsanız nasıl bakardınız, nasıl çözerdiniz diye sual eylerim. Olur ki benim bakışım nakıstır, tamamlanması gerekir. Kimse sözümün üstüne söz söyleyemez demem. Söz ola besleye sözü, göz ola görmediğini göre… İşimi ayakta tutmanın bütün verileri, fikirleri bende değildir, bana kadar gelemeyen bilgileri toplamam gerektiğini bilirim. Bazen telefondaki bir ses, bazen bir kitaptaki saklanmış cümle, bazen ziyarete gelmiş bir insanın söyledikleri aradığımı veya aradığıma dair ipuçlarını verir; kapılar, pencereler açar. “Onlar sözü dinler, güzeline uyar, istişare ederek işlerini yaparlar” denmiştir bana… Evet, bu söz de bana denmiştir, okuduğumda acaba başka duyan da var mı demem. Duyan duyar, duyanların bir kısmı birbirinden haberdar olur ve birbirlerini besler.
Çabalarım saatleri yollamıştır.
Yorulduğumu hissederim.
Açıp bir kitap okur veya sesli kitap dinlerim. Olmadı bir komşumu ziyaret ederim. O kadar kapı açılır ki, o kadar pencereden oksijen dolar ki içime, dinlenirim. Tekrar işimin başına geçer, aldığım taze enerjiyle işime yoğunlaşmaya çalışırım. Her dinlediğim, her okuduğum bana hayat verir.
Yorulduğuma dair hissim yeni bir mola işaretidir.
Duygularım yoğunlaşmıştır bu arada, biriktirdiklerimden…
Belki şehrin, belki ülkenin bir yerinde bir arkadaşımın duaya, dost cümlesine ihtiyacı vardır der içimden bir ses. Açarım telefonumun rehberini, her defasında farklı arkadaşlarıma selam yollar, dua eder, kısa paylaşımlarla uzaklarda bir pencere açmaya çalışırım. Dua ettiklerimin bir kısmı cevap cümleleriyle döner, bir kısmı okumuştur ama dönmeye mecali, zamanı olmamıştır, görürüm. Dönmediler diye alınmam, günü gelir yine yazar yollarım cümlelerimi. Hayatın akışında kırıldıklarım olur, kırgınlığı sürdürmem ama “benden uzak olsunlar” dediklerim de vardır, uzaktırlar, öyle kalsınlar derim.
Dua, kısa paylaşım için belli günlerim olmaz, bugün bir gurup arkadaşıma, bir başka gün başka bir guruba… Rehbere iş olsun diye eklemedim kimseyi… Bu arada beni soranlar da olur, hiçbir mesajı cevapsız bırakmam, unuttuklarım olabilir ama özellikle cevap vermenin gerekliliğine inanırım. Bir kelime de olsa cevap selamı almaktır aslında, selam askıda bırakılmaz.
Okurken, yazarken, çayım, sıcaklığını hissettiğim yakın bir dostumdur. Çayımı demler, beklerim, acele etmem, o kendisini bana hazır ettiğini bildirir, bardağımı doldurur içerim. Öğrendiklerimin de hayata hazır olacağı anı beklerim, düşüncelerim de demlenir… Şiir dinlerim arada, halk müziği, sanat müziği, özgün müzik, hafif müzik… Gelen film önerileri olur, vakit oluşturup izlerim. Belirlenmiş kitap tahlil günlerimiz vardır, okuyup kitabı, yazarın bakışını, düşünce dünyasına katkılarını konuşuruz. Tahlil edeceğimiz kitabı okumak için vakit ayırırım.
Yazmayı da ihmal etmem. Bu arada dil çalışmalarına da fırsat oluştururum. Gün akşama erdiğinde inşallah vakit benden bıkmamıştır temennisiyle “hep daha güzeli vardır” diyerek evime gitmenin hazırlıklarını yaparım.
Gün akşama ermiştir. Akşam geceye akar.
Vücudum kendi hakkını ister.
Günün son duasıyla uykunun davetine icabet ederim.