Melahat Sengir

Zamanın İzinde Arapgir

Melahat Sengir

Anadolu’nun unutulmuş köşelerinden birinde, zaman usulca durur; taşın gölgesi uzar, rüzgar kokuyu taşır ve geçmiş, bugünün yamaçlarına usulca siner. İşte tam orada, Malatya’nın serin rüzgârlarla öpülen kuzeydoğusunda, Fırat Nehri'nin kadim hikâyelerine kulağını dayamış Arapgir uzanır. Ne modernliğin hoyratlığından nasibini almıştır ne de zamana direnmek gibi bir kaygısı vardır. Arapgir, geçmişiyle barışık, doğasıyla iç içe, kendine has bir vakarla yaşamaya devam eder. Onu anlamak için sadece bakmak yetmez; koklamak, dinlemek, dokunmak gerekir… Çünkü Arapgir’de zaman sessiz değildir, fısıldar.

Zamanın İzinde Arapgir

Millet Hanı ve Miri Liva Camii: Taşların Hafızası

Zamanın İzinde Arapgir

Arapgir’in kalbinde yükselen Millet Hanı, bir mimari yapıdan çok daha fazlasıdır. Geniş kemerli girişiyle ziyaretçisini tarihin eşiğinden içeri davet eder. Eski zamanlarda yorgun kervanların dinlendiği, yolcuların atlarını çözdüğü bu han, sanki hâlâ o günlerin telaşını duvarlarında taşır. Taş duvarların serinliğinde, bir zamanlar yankılanan nal sesleri, bakır taslarda içilen sıcak çorbanın buğusu ve geceleri anlatılan efsaneler yaşar.

Zamanın İzinde Arapgir

Han’ın hemen ardında, zarif ve vakur bir duruşla yükselen Miri Liva Camii, taş ustalığının estetikle nasıl buluştuğunun yaşayan kanıtıdır. Kubbesinden yansıyan gökyüzü mavisi, Arapgir’in dualarla yıkanmış sessizliğine karışır. Burada zaman sadece vakitlerle ölçülmez, niyetle, huşuyla ve taşın içinden gelen sesle ölçülür.

Reyhan Tarlaları: Kokuya Yazılmış Tarih

Zamanın İzinde Arapgir

Her bahar, Arapgir’in yamaçlarında bir mucize başlar. Toprak uyanır, gökyüzü kendine çekilir ve reyhan tarlaları, morun en derin tonuyla göz kamaştırır. Bu topraklarda yetişen reyhanın kokusu başka bir şeydir; içinde bin yıllık bir dua, bir şükür, bir sabır gizlidir. Ve bu koku yalnızca burna değil, kalbe siner. Türkiye'nin bitki çeşitliliği kategorisinde Coğrafi İşaret Belgesi alan ilk ürün olan Arapgir’in Mor Reyhanı, bu toprakların kokusunu ve hafızasını resmi olarak tescilleyen yaşayan bir kültür mirasıdır.

Zamanın İzinde Arapgir

Reyhanı toplayan kadınların elleri, yılların emeğiyle nasır tutmuştur ama gözlerinde bir ışık vardır; çünkü onlar sadece reyhan değil, bir geleneği devşirirler. Kurutulan reyhanlar bohçalara sarılır, düğünlerde şerbet olarak misafir sofralarında ikram edilir. Ve her seferinde kokusuyla birlikte geçmiş de o sofraya oturur.

Zamanın İzinde Arapgir

Kozluk Çayı: Suyun Saklı Hikayesi

Kıvrıla kıvrıla akan Kozluk Çayı, Arapgir’in damarlarında dolaşan hayattır adeta. Suyun sesi, çocuk kahkahalarına karışır; taşların arasından sızarak bağlara can verir. Bu çay, sadece bir akarsu değil; yaşanmışlıkların ve anlatıların taşıyıcısıdır. Eski zamanlarda çayın kıyısında yapılan cemiyetler, tutulmuş sözler, yakılmış türkülerin yansıması hâlâ dalgalanır suların üstünde. Kozluk Çayı’ndan içilen bir avuç su, sadece serinletmez; Arapgir’in sabrını, sevgisini ve sessiz bilgeliğini de taşır yüreğinize.

Konaklar: Gölgesinde Büyüyen Hatıralar

Arapgir’in eski sokaklarında yürürken, bir anda gövdesiyle önünüze çıkan taş konaklar, geçmişin mimariyle nasıl dostluk kurduğunu anlatır. Kemerli kapılar, ahşap panjurlu pencereler ve geniş saçaklar… Her biri “ben buradaydım” dercesine ayakta durur. Bir konağın avlusuna adım attığınızda, yaz gecelerinde içilen demli çayların, dedelerin anlattığı masalların ve kadınların tel tel açtığı yufkaların izini görürsünüz. Bu konaklar, yalnızca barınak değil; bir yaşam biçiminin anıtlarıdır.

Zamanın İzinde Arapgir

Koru Köyü: Badem Reçinesinin Sessiz Sanatı

Arapgir’in uzak bir köşesinde, zamanın bile nazikçe adım attığı tarihi Koru Köyü, geçmişle bugünün el ele verdiği eşsiz bir hikâyedir. Burada duvarlar sessiz değildir. Çünkü o duvarlara, köy kadınları yüzyıllardır badem reçinesinden yaptıkları doğal boyalarla desenler işler. Bu desenler, sadece süsleme değil; toprakla sanatın evliliğidir. Eller boyayı tutar, kalp deseni yönlendirir. Ve her desen, kuşların uçuşunu, yağmurun inişini, hayatın ritmini anlatır. Bu reçineler, mevsimlerin sabrıyla hazırlanır; sanatın özü, doğanın kalbinden alınır.

Koru köyü, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda sıcakkanlı ve cömert insanlarıyla da tanınır. Buraya gelen her misafir, kapısı sonuna kadar açık evlerde, güler yüzle karşılanır ve misafirperverliğin en samimi halini deneyimler. Köy halkının ikram ettiği bir bardak çay, bir dilim taze ekmek, aslında sadece yiyecek ya da içecek değil, aynı zamanda Arapgir'in o kadim kültüründen süzülen bir dostluk ve samimiyet yansımasıdır.

Köhnü Üzümü: Bağbozumunun Siyah İncisi

Arapgir’in bir diğer incisi, dünyaya nam salmış Köhnü üzümüdür. Bu üzüm öyle sıradan bir meyve değildir. Bağın en nazlı yerinde yetişir, sabırla olgunlaşır, gölgede kurur. Adı telaffuz edildiğinde bile Arapgirli'nin yüzüne bir gülümseme yayılır. Eskiden damat bohçalarına konulur, gelin çeyizinde saklanırdı. Şimdi ise dalında tescilli, ruhunda şiirli bir miras olarak yaşamaktadır. Köhnü üzümü, binlerce yıldır bu topraklarda kök salmış, kendine özgü tadı ve aromasıyla ün salmıştır. Bu üzüm, sadece bir meyve değil, aynı zamanda Arapgir'in tarihini, geleneklerini ve bu toprakları işleyen insanların alın terini temsil eden bir semboldür.

Arapgir’de Zaman Durmaz, Derinleşir

Ve bütün bu güzelliklerin içinde Arapgir bir şey yapmaz aslında. Kendi halinde kalır. Yüksek sesle konuşmaz, gösteriş yapmaz, kendini parlatmaz. Sadece bekler… Bir yolcunun, bir yazarın, bir seyyahın ya da bir meraklının onu anlamasını bekler. Çünkü bilir ki, gerçek hikâyeler anlatılmaz, hissedilir.

Arapgir, taşın, suyun, bitkinin, emeğin ve duaların iç içe geçtiği bir medeniyet bahçesidir. Ziyaret ettiğinizde bir manzara değil, bir insanlık hatırası görürsünüz. Belki de en çok bu yüzden, buradan ayrılırken yalnızca bir yerden değil, bir çağdan ayrılıyormuş gibi hissedersiniz.

Fotoğraflar / Melahat Sengir

Yazarın Diğer Yazıları