Melahat Sengir

Taşa Kazınan Dua, Suyun Fısıldadığı Huzur: Sivas

Melahat Sengir

İç Anadolu’nun kalbinde, rüzgârın eski destanları fısıldadığı, taşların yüzyılların yükünü zarafetle taşıdığı bir şehir yükselir: Sivas..

Bu şehir, bir coğrafya olmanın çok ötesinde, geçmişin bugüne bıraktığı bir mühür gibidir. Adım attığınız her sokak, her yapı ve her ağaç altı zamandan izler, kültürden dokunuşlar, doğadan soluklar taşır. Sivas, sadece tarih kokmaz, aynı zamanda onu duyurur, gösterir ve hissettirir.

Bu topraklarda anlatılmayı bekleyen birçok hikâye vardır: Toprağın ve suyun doğurduğu, saklı kalmış doğa mucizeleri, taş ustalarının elleriyle göğe yazdığı ilimle yoğrulmuş büyük eserler, göz alabildiğine uzanan yemyeşil yaylalar, coşkun akan nehirler ve niceleri..

Taşa Kazınan Dua, Suyun Fısıldadığı Huzur: Sivas

Sızır Şelalesi: Sessizliğin En Güzel Hâli

Gemerek ilçesine bağlı Sızır beldesinde, asfaltın yavaş yavaş toprağa dönüştüğü kıvrımlı yolların ardında saklı kalmış bir su çağlayanı uzanır: Sızır Şelalesi.

Burası ne bir reklam afişinde ne de gezi turlarının kalabalık rotasında yer alır. Zaten buna ihtiyacı da yoktur. Çünkü Sızır, gösterişli olmak yerine mütevazidir; sesli olmak yerine dingin. Burası suyun en zarif, en sabırlı haliyle toprağa dokunduğu yerdir.

Yüksek kayalardan dökülen su, çevresindeki çam, meşe ve gürgen ağaçlarının arasında, rüzgârla konuşur gibi süzülür. Sanki su, yeryüzüne inerken doğanın sırlarını da beraberinde getirir. Gündüz saatlerinde, güneşin eğik ışıkları su damlalarıyla dans ederken oluşan gökkuşağı, sadece gözle değil, kalple de izlenir.

Şelalenin sesi, bir ezgi değil bir dua gibidir; insan burada yalnızca doğayı değil, kendini de dinler. Gökyüzünün maviliğiyle ormanın yeşili arasındaki bu eşsiz noktada zaman yavaşlar. Ve Sivas’ın doğası bir kez daha hatırlatır: En kıymetli olan, en sessiz olandır.

Gök Medrese: Gökyüzüne Açılan Taş Bir Dua

Sivas şehir merkezine dönüldüğünde karşılaşılan ilk tarihî görkem, adeta göğe uzanır: 1271 yılında Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılan bu medrese, sadece mimari bir başyapıt değildir; aynı zamanda göğe yazılmış bir dilek, taşlara kazınmış bir duadır. Adını üzerindeki turkuaz çinilerden alır. O mavilik, sadece bir süsleme değil; gökyüzünün yeryüzüne yansımasıdır adeta.

Taşa Kazınan Dua, Suyun Fısıldadığı Huzur: Sivas

İki minaresiyle dikkat çeken yapının taş işçiliği, o dönemin mimarlık anlayışının en zarif örneklerini barındırır. Kapısından içeri adım atıldığında, ziyaretçiyi derin bir sessizlik karşılar. Bu sessizlik boş değil; tarihle doludur. Bu sessizlikte öğrencilerin ayak sesleri, müderrislerin sesi, mürekkep kokusu, parşömen hışırtısı gizlidir.

Avlunun ortasındaki ışık kuyusu, hem gökyüzünü içeri taşır hem de geçmişten gelen aydınlığı bugüne ulaştırır. Gök Medrese, geçmişle bugün arasında kurulmuş bir taş köprüdür.

Buruciye Medresesi: Bilimin Sessiz Tapınağı

Yine aynı yıl, 1271’de inşa edilen Buruciye Medresesi, Sivas’ın ilim ve kültür yolculuğundaki ikinci duraktır. Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde yaptırılan bu yapı, fizik, kimya, matematik ve astronomi gibi bilim dallarının öğretildiği önemli bir merkezdir.

Medresenin taç kapısı, hem göz hem ruh için bir sanat şölenidir. Derin oyuklar, geometrik desenler, çiçekli bordürler ve yıldız motifleri... Her biri bir sır, her biri bir hesap işidir. Avluya adım atıldığında duyulan ilk şey, sessizliğin sesidir. O sessizlikte, eski bilgelerin fısıltısı duyulur gibi olur.

Taşa Kazınan Dua, Suyun Fısıldadığı Huzur: Sivas

Buruciye, yalnızca taş değil; akıl, araştırma ve sabırla yoğrulmuş bir bilgelik mekânıdır. Bugün çeşitli sergilere ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan bu yapı, hâlâ bir bilgi mabedi gibi yaşamaya devam eder.

Şifaiye Medresesi: Taş Duvarlarda Yankılanan Şifa

Sivas’ın tarihî üçlüsünü tamamlayan yapı ise, 1217 yılında I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılan Şifaiye Medresesi’dir. Bu külliye, sadece bir medrese değil; aynı zamanda bir darüşşifa, yani hastane işlevi de görmüştür.

Anadolu’daki en büyük sağlık yapılarından biri olan Şifaiye Medresesi, geçmişte hekimlerin dualarla birlikte ilaç hazırladığı, hastalara hem fiziksel hem ruhsal şifa sunduğu bir merkezdi. Avlusunun ortasında yer alan küçük havuz, bir zamanlar tedavinin parçası olarak su sesinin kullanıldığını hatırlatır.

Külliyenin içinde yer alan türbede Sultan I. İzzeddin Keykavus yatmaktadır. Taş duvarlar arasında dolaşan esinti, sanki hâlâ onun vizyonunu fısıldar: “İlim ve merhamet, devletin iki kanadıdır.”

Sivas: Taşın, Suyun ve Sessizliğin Şehri

Sivas’ı görmek, bir şehri değil; bir hafızayı, bir ruhu ziyaret etmektir. 

Sızır Şelalesi ile doğanın en derin sessizliğine dokunulur, Gök Medrese ile göğe bakmanın başka bir anlamı anlaşılır, Buruciye ile insan aklının sınırları zorlanır, Şifaiye ile kalpten kalbe uzanan bir şifa dil keşfedilir. Bu şehirde ne yüksek ses vardır ne de acele. Her şey olması gerektiği gibidir. Yavaş, derin ve anlamlı.

Taşa Kazınan Dua, Suyun Fısıldadığı Huzur: Sivas

Sivas, belki gürültülü rotaların dışında kalmıştır. Ama tamda bu yüzden, yolu oraya düşen herkes için bir sırra dönüşür. Bir gün, taşın hikayesini dinlemek, suyun duasını duymak, geçmişin bilgeliğiyle buluşmak isterseniz, o şehir sizi bekliyor olacak. Aynı yerinde, aynı sadeliğiyle.

 

Yazarın Diğer Yazıları