Melahat Sengir

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Melahat Sengir

Anadolu coğrafyasının kalbinde, tarihin ve doğanın el ele tutuştuğu, her köşesi bir medeniyetin izini taşıyan kadim bir şehir; Bitlis. Doğu Anadolu’nun bu eşsiz kenti, sadece kışın beyaz örtüsüyle değil, bilhassa sonbaharda büründüğü renk cümbüşüyle ziyaretçilerini büyülüyor. Bitlis’in binlerce yıllık geçmişi, Neolitik Çağ’a dek uzanan köklü tarihi, Asurlulardan Urartulara, Romalılardan Selçuklulara uzanan görkemli serüveni, bugün bile topraklarında attığınız her adımda hissediliyor. Ancak bu kadim diyar, güz mevsimi geldiğinde adeta bir ressamın paletinden fırlamışçasına canlanıyor ve bizleri bu destansı dönüşüme tanıklık etmeye davet ediyor.

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Hizan’da Taşın ve Rengin Hikayesi: Uzuntaş Köyü
Bitlis'in derin vadilerine saklanmış, zamanın yorgunluğuna meydan okuyan bir masal diyarı var: Hizan Uzuntaş Köyü. Burası, sonbaharın en dramatik tablolarına ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık 300-400 yıl önce inşa edilmiş, üst üste ve yamaçlara kurulu tarihi taş evler, kışa hazırlanırken sarıdan kızıla dönen ağaçların arasında birer kartpostallık manzaraya dönüşüyor. Köyün dar, taşlı yollarında yürürken, yüzyılların dokusunu kaybetmemiş bu mimari harikalar sizi asırlar öncesine götürüyor. Taşların o kendine has soğuk ve mağrur duruşu, etrafını saran ateşli sonbahar renkleriyle muazzam bir tezat oluşturuyor. Sanki her bir taş, geçmişten bugüne fısıldayan bir hikayenin sessiz tanığı... Doğal taşların yazın serin, kışın sıcak tutan sırrı da eklenince, Uzuntaş Köyü, sadece göz zevkine değil, tarihe ve yaşanmışlığa da bir saygı duruşu niteliği taşıyor.

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Gökkuşağının Krateri: Tatvan Nemrut Krater Gölü
Hizan’dan Tatvan’a doğru yola çıktığınızda, Bitlis'in doğa harikası tacı sizi bekliyor: Nemrut Krater Gölü. Dünyanın ikinci, Türkiye'nin ise en büyük krater gölü unvanını taşıyan bu 2250 rakımlı doğa cenneti, sonbaharda kelimelerle anlatılamaz bir renk şölenine bürünüyor. Kraterin içindeki sıcak ve soğuk göllerin masmavi suları, çevresindeki ağaçlık alanların sarı, turuncu ve kızıl tonlarıyla buluştuğunda, ortaya adeta Nemrut'a inmiş bir gökkuşağı çıkıyor.

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Doğaseverler ve fotoğraf tutkunları için muazzam bir bölge olan Nemrut, bu mevsimde ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim sunar. Gölün etrafındaki yürüyüş parkurlarında ilerlerken, volkanik kalderanın heybeti ve gölün sakinliği sizi bambaşka bir dünyaya taşır. Nemrut, sadece bir göl değil; doğanın sanata dönüştüğü, mevsimlerin en güzel vedasını sunduğu mistik bir coğrafyadır.

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Yüreği Yâreli Bir Şarkı: Bitlis’te Beş Minare
Bitlis'in ruhunu, dağların sert ve göklerin engin olduğu bu coğrafyada, belki de en iyi anlatan, dilden dile dolaşan o ünlü türküdür: "Bitlis'te Beş Minare". Bu türkü, sadece bir melodi değil, 1916 Rus işgali sırasında bu kadim şehrin yaşadığı büyük felaket ve hüzün dolu göçün bir ağıtıdır.

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Rivayet odur ki; işgalden sonra şehre dönen bir baba ile oğul, Bitlis'e hakim Dideban Dağı'nın eteklerinde dururlar. Baba, harabeye dönmüş şehirde bir hayat emaresi aramak için oğlunu önden gönderir. Geri dönen oğulun sesi, acı bir yankı gibi dağılır havada: "Baba, şehirde yaşama dair hiçbir iz kalmamış! Yalnızca beş minare ayakta..." O an, tüm umudu yıkılan baba, diz çöker ve o meşhur dizeyi yüreğinden koparır: "Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel. Yüreğim dolu yâre, beri gel canan beri gel..."

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

İşte o beş minare, Bitlis'in dört bir yanına dağılmış olan ve asırlardır ayakta kalmayı başarmış ecdat yadigarı camilerin sembolüdür; Bitlis Ulu Cami, Şerefiye Cami, Gökmeydan Cami, Meydan Cami gibi tarihi yapıların minareleri, sadece bir mimari unsur değil, bu şehrin imanının ve direnişinin dik duran sütunlarıdır. Onlar, yıkılan bir şehrin ortasında, bir medeniyetin tüm zorluklara rağmen hayatta kalan ve 'Biz buradayız' diyen manevi kalesidir. Sonbahar rüzgarının fısıltısı, sanki bu minarelerin taşlarından yükselen o hüzünlü türkünün yankısını taşır Bitlis vadilerinde...

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Anadolu'nun Tapu Senedi: Ahlat Selçuklu Mezarlığı
Son durağımız, Bitlis'in kadim geçmişinin ve Anadolu'nun Türkleşme sürecinin en görkemli simgelerinden biri: Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı. Van Gölü'nün kıyısında, 210 dönümlük bir alana yayılan bu devasa mezarlık, 8 bin 200'den fazla anıtsal mezar taşıyla adeta bir açık hava müzesidir. Bu taşlar, sıradan mezar taşları değil; her biri 3,5 metreye varan yüksekliğiyle, ustalıkla işlenmiş motifleriyle Orta Çağ Türk mimarisinin zirvesini temsil eden sanat eserleridir.

Sonbaharın Eşiğinde Bir Destan: Tarih ve Renk Cümbüşüyle Bitlis

Sonbaharda, mezarlığın çevresindeki topraklar ve bitki örtüsü pastel tonlara bürünürken, gökyüzünün ağırbaşlı griliği altında bu heybetli şahideler, tarihin ağırlığını ve ihtişamını daha derinden hissettirir. Orhun Abideleri'nin Anadolu'daki yankısı olarak nitelenen bu taşların üzerindeki ejder, palmet, kandil ve geometrik motifler, Selçuklu medeniyetinin kültürel zenginliğini ve Orta Asya'dan getirilen mirası gözler önüne serer. Ahlat, sadece bir mezarlık değil, 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadolu'nun ebediyen Türk yurdu olduğunun en somut kanıtı, bir nevi coğrafyanın tapu senedidir.

Tarih ve Güzelliğin Kesişimi: Sonbaharda Bitlis
Bitlis tarihi, sadece kaleler, medreseler ve camilerle değil, aynı zamanda Hizan'ın taş evlerinde yaşayan direniş ruhuyla, Nemrut'un volkanik coğrafyasının görkemiyle ve Ahlat'ın anıtsal mezar taşlarındaki sanatla bütünleşir. Sonbahar, Bitlis için bir hüzün mevsimi değil, aksine bir dönüşüm, bir şölen zamanıdır. Tarihin derinliğini doğanın en canlı renkleriyle buluşturan bu şehir, ziyaretçilerine sadece bir gezi değil, ruhani ve kültürel bir yolculuk vaat eder. Bitlis'in her köşesi, "Gel ve gör, bu toprakların ne kadar kadim ve ne kadar güzel olduğunu kendi gözlerinle gör," der gibi fısıldar..

Yazarın Diğer Yazıları