
Klik Sesi Medeniyetin Alamet-İ Farikasıdır
Mehmet Zeki Dinçarslan
İnsanlık tarihini çağlara ayırma ameliyesi sona ermiş değil. Çağlara ayırmak çağların yaşanmasından yüzlerce yıl sonra yapıldığı için içerisinde yaşıyor olduğumuz çağın adını bilemiyoruz. Bizden yüzlerce yıl sonra bugün yaşadığımız çağa bir isim verecekler.
Tarihi çağlar, yazının buluşu ile başlar. Yazının bulunmasından önceki çağlarıysa “tarih öncesi” çağlar diye adlandırırız. Ateşin bulunması, tekerleğin icadı gibi gelişmeler her ne kadar insanlık tarihi için önemli gelişmeler olsa da zamanları tam olarak tayin edilemedikleri için tarihi çağların ayırım noktalarından sayılmazlar. Tarihi çağlar için net kırılma noktalarından bahsedebiliriz. Yazının icadından Roma İmparatorluğu'nun yıkılma tarihine kadar geçen zamana ilk çağ, bu tarihten İstanbul'un fethine kadar geçen zamana orta çağ diyoruz. Biz, çağ açan, çağ kapayan bir Fatih'imizin varlığıyla ne kadar övünsek de bizim dışımızdaki tarihçiler orta çağı Amerika'nın 1492 yılındaki keşfiyle başlatırlar. Şu anda teoride içinde bulunduğumuz çağ 1789 Fransız ihtilali sonrası başlamış olan yakın çağ olarak bilinse de çok büyük gelişmelerin olduğu yaklaşık 250 yıllık bu süreci çağlara ayırmasak olmaz.
Bence geçtiğimiz yüzyılda başlayıp günümüze kadar devam eden çağı Klik Çağı olarak adlandırmak mümkün. İnsanlık, klik sesini duymaya başladıktan sonra neler olup bittiğini ilk çağların insanlarından birisini günümüze çağırarak anlatabilsek yüreğine iner o çağın insanının. Klik sesiyle birlikte bir yarışın içine düştü tüm insanlık. Ömürler, klik sesinin peşinde harcanmaya başlandı. Savaşlar, klik sesi için çıkarıldı. Klik sesini daha fazla duyabilmek için fabrikalar açıldı, apartmanlar dikildi. Modernlik dediğimiz vahşilik ya da Akif'in dediği gibi medeniyet adındaki tek dişi kalmış canavar, klik seslerinden oluşan bir musiki ile insan eti yiyen yamyamların avlarının etrafında çaldıkları tamtamları aratmayacak bir marş besteledi. Sabah kalkıp mutfak eşyalarının düğmelerine basarak klik sesini aradık, araçlarımızın içine binerken klik sesini duymadığımız zaman panik yaptık, işyerlerimizdeki her eşyanın klik sesi çıkarması için kulaklarımızı tazılar gibi diktik. Klik sesi, bizim çağımızın olmazsa olmazıdır. Klik sesi olmazsa, insanlık koskoca bir hiç olacaktır.
Üretim-tüketim dengesi klik sesinin büyüsü ile oluşmuştur. Büyülenmiş bir çoğunluk, klik sesi duymak için çalışmış, büyücüler yerindeki fabrikalar bol klikli ürünler üretmiştir. Klik sesi bizi teskin eder. Tüm eşyayı kullanırken o sesi duymak çabası içerisindeyizdir. Vücut organlarının düzgün çalışması, çalışmadığı zaman sinyal vermesi gibi biz de eşyalarımızdan klik sesini düzgünce vermesini bekleriz. Pencereyi kapatınca klik diye bir ses duymazsak bozuldu diye endişeleniriz. Televizyonun düğmesine dokununca klik sesini duymazsak ne yaparız? Ya otomobilimizin aksamından duymazsak o sesi, tam bir felaket. Buzdolabı, ocak, fırın, telefon, elektronik aletler, binalarda kullanımda olan tüm alet ve edevat. Asansör klik diye oturur, kapılar klik diye kapanır. Klik sesi olmazsa medeniyet olmaz. İnsanın medeniyete olan seyahati klik sesine doğru yaptığı seyahattir. Eski tip ahşap, kerpiç, tek katlı evlerden kaçarak apartmanlara sığınma sebebi klik arayışıdır. Refahın artmış olduğunu klik sesi ile anlarız. Bir şehrin yüz yıllık değişimini fotoğraflarla incelersek ilk fark etmemiz gereken şey klik sesi veren şeylerin vermeyenlerin yerini hızlı bir şekilde almış olmasıdır. Klik olmadan biz var bile sayılmayız.
Klik sesi için kurban ettiklerimizi sayacak olursak, işin rengi biraz değişmeye başlar. Modernlik uğruna, medeniyet uğruna kendimize takmış olduğumuz prangalar hareket yeteneğimizi kısıtladığı gibi ruhumuzun şifa bulacağı adımları atmamızın önünde de en büyük engeldir. Yerleşik hayatta bağlı bulunduğumuz tüm eşyalar binlerce yıldır insanlık tarihinin inkişaf etmesinde çok kritik bir rol oynayan hicret olgusunun gittikçe zorlaşmasına sebep olmuştur. Şimdi biz, eşyaya bağımlı varlıklar haline geldik. Dünün dünyasında bir tane iğnesini şapkasına koyup göç eden terzinin bugünkü muadilinin taşıması gereken dikiş makineleri, ütüleri ve çeşitli aletleri var. Eskisinden daha çok seyahat edip daha fazla yer görsek de toprağa bağlı ağaçlar gibi eşyalarımıza bağımlıyız. Satın alması, taşıması ve vazgeçmesi zor eşyalarla kuruyoruz hayatlarımızı. Sonrasında onlarsız olamıyoruz, onlarsız hayatları tahayyül bile edemiyoruz. Daha kötüsü, klik sesini duyup manevi huzura erdiğimiz için bu huzuru kaçıracak şeyleri de görmezden geliyoruz. Vazgeçemediğimiz klikler vazgeçemediğimiz hayatlarımızı temsil ediyor. O klik musikisi o kadar büyüleyici ki, dünyanın bir yerinde bir kötülük mü yaşanıyor, boş ver gitsin diyor klik, aç televizyonunun düğmesini, çalıştır çay makineni, çıkar buzdolabından yiyeceklerini, sen klikine bak, dünyadan sana ne. Böylesi bir müzikle insanlar, insanlıklarını unutup gidiyorlar. Masallardaki büyülü müzikler gibi.
Sonrasında bağlar ve bağlılıklar, her ne kadar kendimizi özgür addetsek de bizim hareket kabiliyetimizi asgari seviyeye indiriyor. Huzurumuz bozulmasın, rahatımız kaçmasın, refahımız eksilmesin diyoruz. Bas telefonun düğmesine, klik, açılsın büyülü dünya. Klik, klik. Kendini özgür ve bağımsız zannet. Bu zanla tatmin ol. Açlık mı var, yoksulluk mu var, insanlık sürekli kötüye doğru mu gidiyor, boş ver gitsin. Benim klik sesim her an yanımda olsun yeter.
İşte içinde yaşadığımız çağ tam olarak böyle bir zaman dilimi. Klik sesi duymadan yapamayacak insanların korkakça yaşayıp öldükleri, dünyada bir iz bırakamadan silinip gittikleri bir zaman. Klik Çağı geçer yerine Titreşim Çağı gelir, Hologram Çağı gelir, Dokunmatik Çağı gelir... Günün insanı türlü türlü bağımlılıkla, zorluk yaşamadığı hayatla, vicdanıyla baş başa kalmadan öyle bir hayat sürdürür ki, kafası dışında toprağa gömülü bir insanın "çok şükür özgürüm" demesinin garabeti gibi kendisini özgür zanneder, bağımsız zanneder ve hatta iyi zanneder.