
İslam'da Teodise Problemi
Mehmet Zeki Dinçarslan
İnsan zihninde zaman zaman oluşan bir soru işaretidir: Allah adilse kötülük niye var? Bu soruyu çok daha farklı biçimlerde sormak mümkün. Kötülükleri tek tek saymak da mümkün. Bugün dünyanın her tarafında milyonlarca ve hatta milyarlarca insan kötülükle karşı karşıya. Gazze'de, Doğu Türkistan'da ve savaşın, soykırımın olduğu birçok yerde kötülük doğrudan insanları etkilerken tüm dünyada sistematik kötülük insanları susuz, aç, yoksul ve bunları düşünmelerine engel olacak şekilde cahil bırakıyor. İster istemez adil olan, iyi olan, iyiliği emreden dinlerin Tanrılarının neden kötülüğe müsaade ettiği sorusu her dinin mensubunun kafasında soru işareti olarak varlığını sürdürüyor.
Bu metinde diğer dinlere odaklanmayacağım. Müslümanların kafalarında oluşan "Allah neden kötülüğe müsaade ediyor?" sorusuna cevap aramaya çalışacağım. Bu soru aslına bakarsanız insanlara şeytanın ve şeytanın yeryüzü temsilcisi olan Amerika gibi kapitalist Batı dünyası gibi odakların oynadığı bir oyun. İnsan, kötülük probleminde suçu kendisinde aramaya başlamasın da suçu kimde buluyorsa bulsun diyor bu şeytani odaklar. Dünyada kötülük varsa sorumlusu fert fert bütün insanlardır. Kötülük probleminin karşısında durmak yerine izleyici pozisyonunda kalmayı tercih eden insanlar, vicdanlarının kendilerine yaptığı baskıyı savuşturmak için suçu başkalarına atarak kendilerini rahatlatıyorlar. Dünyada kötülük varsa sorumlusu benim. Dünyada zulüm, işkence, tecavüz, açlık, kıtlık, savaş... varsa bunların hepsinin sorumlusu bizatihi benim.
İslam dini, Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği günden itibaren çok büyük değişikliklere uğrayarak bugünlere gelmiş olan bir din. Peygamber'in tebliğ ettiği din, bir dağın tepesindeki bir kartopuyken bugün bizi ezmiş olan çığın içinden o kartopunu seçip ayıklamak neredeyse mümkün değil. Dünyada iyiliği, adaleti, eşitliği, mazluma yardımı, zalime isyanı öğretmiş olan bir dinin almış olduğu şekil, kötülük problemi karşısında Müslümanların neden bu kadar pasif olduğunun da açıklamasıdır. Peygamber'in tebliğ ettiği İslam anlayışı devrimi öğütlerken bugünkü İslam anlayışı uysallığı öğütlüyor. İki anlayış arasındaki en büyük farklardan birisi de budur.
İslam'da günahların bir skalasının olduğunu düşünüyorum. Bir günah işleyen kimseye o günahın Allah'la kendisi arasında kalması böylelikle Allah'ın o günahı affetme ihtimalinin daha yüksek olacağı öğütlenir. Buradan çıkarılacak ders, günahın bireysel ya da toplumsal olarak farklı olarak değerlendiriliyor olduğudur. Bir insanın içki içmesi günahtır. Tek başına içki içen insanın günahı, Allah'la arasında kaldığı sürece affedilmeye daha uygundur. Fakat aynı insan içki içtikten sonra kendisini kaybederek trafik kazasına, yangına ya da daha büyük bir hadiseye sebep olur da günahı toplumsal hale getirirse işlemiş olduğu günahı büyütmüş olur. Günah skalasının tepelerinde bir yerlerde faiz olmalıdır. Toplumsal bir günah olan faizin menfi etkileri toplum düzenini yıkıcı seviyelerdedir. Dünyadaki yoksulluğun sebeplerinden birisi, belki de en büyüğü faizdir.
İbadetler ve sevaplar için de bireysellik-toplumsallık karşılaştırması yapmamız mümkündür. Bir insanın evinde namaz kılması bireysel bir ibadettir. Aynı namaz, kişinin içtimai ilişkiler içerisinde olduğu bir toplulukla birlikte kılınırsa ve birlikte namaz kılmak kişilerin birbirlerinin mutluluğu ile mutlu olmalarına ya da dertleriyle dertlenmelerine sebep oluyorsa bireysel olan o ibadet artık toplumsal bir hüviyet kazanmıştır. Zekât vermek toplumsal bir ibadettir. Hac ibadetinin senede bir yapılan bir İslam Kongresi mahiyetinde olduğunu düşünün. İslam dünyası için stratejilerin belirlendiği bir hac, ibadetin toplumsallaşmasının zirvesidir fakat sadece gidip tavaf edip dönmek bireysel-toplumsal skalasında bireysele daha yakındır.
Müslümanlar yüzlerce yıldır ibadetlerini bireyselden toplumsala taşımak hususunda geri kalıyorlar. Dünyadaki kötülük probleminin İslam açısından bakıldığı zaman görüntüsü bana göre böyle. İbadetlerimiz bireysellikten toplumsallığa ulaşmıyor. Müslümanlar evlerinde namazlarını kılıp, camilerde yan yana durmanın ötesinde bir cemaat kültürü oluşturamıyorlar. Kötülük karşısında strateji geliştirmek bireylerin tek başlarına yapabilecekleri bir şey değildir. Gazze protestosuna gidip meydanlarda bağırarak evlerine dönen insanların da toplumsal bir şeyler yaptıkları söylenemez. Aynı topluluk boykot konulu bir strateji geliştirdikleri anda toplanmak bireysellikten toplumsallığa doğru bir açılım yapmış olur. Konuyu daha da derinleştirerek Gazze meselesinin kaynağına inip daha ciddi çözümler aransa ve icra edilse toplumsal bir ibadet yapılmış olur ve haddimi aşmak istemiyor ama sanki Allah'ın daha çok seveceği bir faaliyettir bu.
Faziletli toplum, faziletli İslam toplumu, adeta bir efsane gibi Müslümanların kafalarında asılı durur. Asr-ı Saadet imajı, asla yakalanamayacak ütopik bir zamandır. Bu zaman diliminin asla yakalanamayacak olması düşüncesi hileli bir düşüncedir. Toplumun faziletli olması Hz. Peygamber'in izinden gidilerek bugün dahi oluşturulması mümkün bir hedeftir. Peygamber'in devrimci nitelikteki davranışları örnek alınarak bugün de Müslümanların bireysellikten toplumsallığa döndüğü, temel erdemleri önceleyerek dünyayı dönüştürdüğü bir ortam oluşturulabilir. Namaz kılan bir esnafın ticaretinde de dürüst olması namazı toplumsallaştırır. Oruç tutan birisinin oruç esnasında daha yumuşak huylu davranması ve iyilik yapmak için çaba göstermesi orucu toplumsal bir ibadete dönüştürür. Böylelikle iyilik yayılır, kötülük azaltılmış olur. Peygamber'in, 17 yaşındaki siyahi bir köle çocuğunu koca bir orduya komutan olarak ataması mükemmel bir dönüştürücü hamledir. Tek hamlede hem kölelik sistemine, hem ırkçılığa, hem insanların içlerindeki kibir hissine vurulmuş bir darbedir. Günümüzde bu darbeyi örnek alan hamleler gençlere daha fazla sorumluluk verilmesi, bilimsel gelişmelerin daha fazla teşvik edilerek sosyal medya kanallarına alternatiflerin kurulup yayılması, ilim tahsilinin her şeyin ötesinde bir değere kavuşturulması için faaliyetler yürütülmesi şeklinde gerçekleştirilebilir. Asr-ı Saadet bir rüya değil, gerçekleşmesi icrai irade ortaya koymaya bağlı olan, bugün dahi olası bir zaman dilimidir.
İslamcı hareketlerin son yüzyılda, belki de son iki yüz yılda içlerine düşmüş oldukları yanılgı, tepeden inmeci bir şekilde devrim yaparak yaşadıkları devleti İslam devleti yapabilecekleridir. Devrimler, ihtilaller tarih boyunca devlet kavramına hizmet etmişlerdir. Devletler, her zaman için öncelikle kendi varlıklarının devamını önemseyen oluşumlar olmuşlardır. Devletin, faziletli toplum diye bir derdi olmaz. Dolayısıyla, kötülük problemi karşısında devletin ufak tefek cezalandırmalar dışında önlemleri olmaz ve bu önlemler caydırıcı seviyelere ulaşamaz. Faziletli toplum için İslam cemaatinin devleti ele geçirmesi değil dönüştürmesi gerekir. Nasıl ki Osmanlı döneminde fethedilme potansiyeli olan yerlerde yaşayan Hıristiyan halk adaletinden dolayı Osmanlı'nın kendilerini yönetmesini istemişlerse faziletli toplumun etkilerinin yayıldığı bir coğrafyada yaşayan insanlar dindar olmasalar ve hatta Müslüman olmasalar bile İslam cemaatinin kendilerine getireceği adaleti arzu edeceklerdir. Aslolan devleti ele geçirmek değil, devlet aygıtını dönüştürmektir. Faziletli toplum, devlet aygıtını dönüştürürse işte o zaman devlet daha adaletli, sanılanın aksine daha özgürlükçü, daha fazla refah dağıtan bir pozisyona ulaşacaktır.
Faziletli toplumun oluşması kötülük probleminin karşısında uygulanacak en doğru stratejidir. Faziletli toplum, kötülüklerin asgari seviyelere indirildiği, suçların caydırıcı bir şekilde cezalandırıldığı, faiz gibi toplumsal yıkıcılığı kanıtlanmış enstrümanların etkisinin en aza indirildiği ve belki ortadan kaldırıldığı bir toplumdur. Bunun için sadece Müslümanlara değil belki tüm dünyaya düşen İslam'ın dönüştürücü ve devrimci ruhunu taklit etmek, örnek almaktır. İbadetlerin bireysel seviyelerde yapılanlarının kişisel manada önemi büyüktür fakat toplumsal olanların da en az bireysel olanlar kadar önemsenmesi, ciddiye alınması, günlük olarak insanların hayatlarında uygulanması gerekir.
İslam dünyasının yüzlerce yıldır Batı karşısında ezilmesinin altında yatan temel sebebin toplumsal olanın önemsenmeyip, bireysel olanın aşırı bir şekilde öne çıkarılması olduğunu düşünüyorum. Bu durum belki de Batı’nın sistematik bir şekilde uygulamış olduğu bir manipülasyon politikasının bir sonucudur. Tabi ki bireysel olanı daha kolay görüp toplumsal sorumluluktan kaçan Müslümanlar da bunda sorumludur. Bugün Gazze'de sistematik bir katliam uygulanıyorsa bunun suçu en az Yahudiler kadar Müslümanlarındır da. Sadece bugün yaşayan Müslümanlar değil, yüzlerce yıldır dinlerinin emirlerini bireyselliği kutsayarak uygulayan geçmiş dönem Müslümanları da bu konuda suçludur. Ben namazımı kılayım, orucumu tutayım, suya sabuna dokunmadan bir hayat yaşayarak çekilip gideyim diyen zihniyet dinin içtimai yönünü adeta kangren olmuş bir uzuv gibi kesip atmıştır. İbadetlerle ilgili söylenenlerin kutsiyet seviyesi safi zihinlerde başka hiçbir şeyin önemli olmadığı düşüncesi uyandırması pasifize olmuş bir Müslüman tipini yaygınlaştırmıştır. Bugün bizler, melekler gibi sadece secde ederek, sadece rükû ederek yüzyıllar da geçirsek kötülüğü yok edemez, yükselişini durduramayız. Bugün yapılması gereken, dün de yapılması gerekli olan faziletli toplum oluşturmak için ne yapmamız gerektiğine kafa yorup ibadetlerimizi toplumsallaştırma çabası içerisinde olmamızdır. Namaz kılmak yetmez, namazı kılıp namaz kılan insan örnekliği oluşturarak toplumda namaz kılan imajını değiştirmek gerekir. Hacca gitmek yetmez, haccı bir İslam Kongresi'ne dönüştürüp ezilen Müslümanlar ve hatta tüm insanlar için strateji geliştirme toplantıları haline getirmek gerekir. Evde oturmak yerine iyiliğin, hayrın peşinden koşmak gerekir. Bu gerçekleşirse kötülük probleminin karşısında Hz. Peygamber gibi devrimci bir anlayışla durulmuş olacaktır.
Dünyada kötülük varsa sorumlusu insandır. Allah'ı suçlamak işin kolayına kaçmaktır. Devleti suçlamak da kolayına kaçmaktır. Kötülük problemi insan türünün temel problemidir ve üstesinden gelmenin yolu toplumsal stratejiler üretmek ve hiç durmaksızın uygulamaya geçmektir.