
En Güzel Şehir III – Doğal Unsurlar
Mehmet Zeki Dinçarslan
Şehirde yaşayan insanlar için en büyük lüks nedir? Göğe bakınca gri değil mavi görmek, camdan dışarıya bakınca beton değil yeşil görmek, yolda yürürken motor gürültüsü duyup egzoz solumak yerine kuş cıvıltıları dinlemek değil midir? Doğal unsurlar bir şehrin nefesidir. Malatya şehri doğal zenginlikleri söz konusu olduğu zaman adeta bir cennettir. Rahmetli Kâhtalı Mıçı’nın türküsünü hatırlayın. Sözleri rahmetlinin eşi Hülya Aslan yazmış.
Sürgü yaylasından geçtim
Kernek sularından içtim
Güzelleri senden seçtim
Cennet şehirsin Malatya
Arapkir’den gelir üzüm
Bağın bahçen dizim dizim
Yeşilinde kaldı gözüm
Cennet şehirsin Malatya
Kaysı devşirdim dalından
Yeşilyurt’tan Akçadağ’dan
Dilin tatlıdır balından
Cennet şehirsin Malatya
Battalgazi Pötürge'den
Doğanşehir Darende'den
Övülürsün her beldeden
Cennet şehirsin Malatya
……………………………………..
Ne kadar içten bir anlatım, ne kadar da doğru tespitler. Her köşesi bir cennet olan bu şehrin en büyük handikabı bu durumunun bilinmeyişidir. Geçenlerde Tepehan’daki Karapınar’a yolum düştü. Yaşadığımız şehirdeki bu doğal güzellikten kaç kişinin haberi var acaba? Konuyu yine şehir merkezine getirip, buradaki doğal unsurlardan bahsedeceğim fakat merkeze gelmeden müsaade ederseniz biraz ilçelerden de bahsetmek istiyorum. Malatya’nın her yerinde ayrı birer doğal güzellik bulabilirsiniz. Ve bu doğal güzellikler öyle sıradan şeyler değil, dünya çapında eşine az rastlanacak yerler. Levent vadisi Amerika’daki büyük kanyona benzetiliyor ve dünyanın ikinci en uzun kanyonu olduğu söyleniyor. Bizim şehrimizde. Polat’ta bulunan Sulu Mağara’dan haberiniz var mı? Mersin’deki cennet cehennem mağaralarını herkes bilir fakat elimizdekinden haberimiz olmaz. Tohma Kanyonu’ndan Horata’ya kadar, yukarıdaki türküde bahsedilen Sürgü’den Günpınar Şelalesi’ne kadar o kadar fazla doğal güzelliğe sahip bir şehirde yaşıyoruz ki, kıymetini bilmezsek Allah bize sorar. O seviyede.
Şehir merkezine geldiğimiz zaman bu şehrin genelinde bulunan ve yeterince kıymet görmeyen doğal güzellikleri çok da iyi yansıtmayan bir merkezde yaşadığımızı görüyoruz. Kanalboyu ve Kernek bir Avrupa şehrinde olsaydı şehirlerini şelale-kanal etrafında planlar, kanalı göz önüne çıkarmak için ellerinden geleni yaparlardı. Kanalın öyküsünü de dünyanın her vatandaşına duyurmaya çalışırlardı. Bizim Derme suyumuz hakkında, Hz. İsa’nın Gündüzbey’de asasını yere vurmasıyla çıktığına dair çeşitli efsaneler vardır. Bu su, Malatya’ya hem içme suyu kaynağı olur hem de değişik semtlerinden dolaşarak şehri terk eder. Derme suyu ile ilgili efsaneleri sevgili Nezir Kızılkaya’nın araştırmalarında okumuştum. (En güzel şehir vizyonumuzun bir yazısı da Nezir Kızılkaya gibi varlığı ile Malatya’ya katkı sunan, şehirden alan değil şehre veren şahsiyetler olacak.) Derme suyu, Kanalboyu, Kernek hem kaynağı ile hem de efsaneleri ile tanıtılıp suyun geçiş güzergahları farklı bir peyzajla daha gösterişli hale getirilebilir. Her yeni belediye Kernek’i yıkıp baştan yapıyor fakat vizyonsuz, saçma şeyler yapıldığı için hayal ettiğim gibi bir görüntü oluşmuyor. Başka bir yazımda trafiğe kapatılabilecek yerlere Kanalboyu’nu örnek vermiştim. Suyun geçiş yolları trafiğe kapatılır, kanalın alanı biraz daha genişletilir, ışıklarla ve sanatsal eserlerle kanal etrafında Dermesih efsaneleri insanlara sunulursa Allah’ın Malatya’ya bahşetmiş olduğu bu zenginlikten en üst düzeyde faydalanılmış olunur.
Yeterli yeşil alanımız yok. 100. Yıl parkı çok büyük bir alan olmasına rağmen tıklım tıklım dolu. Akşamları parkın etrafında araç park edecek yer kalmıyor. Parkın içinde asayiş sağlanamadığı için kavgası, gürültüsü eksik olmuyor. Zaman zaman medyaya da düşüyor parkta çıkan olaylar. Kişi başına düşen yeşil alan en büyük medeniyet göstergelerinden biridir. Benim gözümde, belediyecilikte başarının en önemli parametrelerinden birisidir aynı zamanda. Malatya’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı, örneğin New York şehrindekinin dörtte biri kadardır. Emlağın, arsanın en değerli olduğu dünya şehrinde Malatya’nın dört katı alan bırakmışlar insanların nefes almaları için. Malatya’da kişi başına 5-6 m2 arası yeşil alan düşerken New York’ta 23 m2 alan düşüyor. Bizde arsa fiyatları New York kadar olsaydı eminim ki bir metrekare bile yeşil alan bulamazdık nefes almak için.
Deprem sonrası şehrin farklı noktalarında inşaatlar yükselmeye başladı. İkizce’nin yakınından her geçişimde binaların fazlalığına bakıp şaşırıyorum. Sadece İkizce değil, Orduzu’ya bakınca da şaşırıyorum Çamurlu’ya bakınca da. Malatya’nın birçok noktasında nüfusu ilçe olabilecek büyüklükte yapı kompleksleri oluşturuluyor. Peki ya yeşil alan? Uzaktan bakınca yeşil alan göremiyorsunuz. Betona boğulmuş bu yerlerin etraflarının acilen yeşil alana dönüştürülmesi lazım. Yeşil alan sadece evlerin arasına yapılan uyduruk parklar değildir. Kişi başına düşen yeşil alan hesabı yapılarak çok daha büyük ve kolay ulaşılabilir alanların insanların istifadesine açılması gerekiyor. Bir bina inşaatı başlarken sudan sebeplerle ruhsat süreçleri aylarca öteleniyor ya, aslında en öncelikli sebep o binada oturacak insanların yeşil alan ihtiyaçlarının karşılanması olmalı. Gerekirse daha az inşaat yapılsın fakat yeşil alandan taviz verilmesin.
Şehrin etrafının da yeşillendirilmesi vatan savunması kadar önemli bir konu olmalı. Benim yaş grubumdaki hemen herkesin bir ağaç dikme etkinliği hatırası vardır. Bu dikilen ağaçlar sadece gazete haberi olmak için, kelebeğin ömrü gibi, bir günlük hayat sürdüler. Aksi halde Malatya’nın etrafının ormanlarla kaplı olması gerekirdi. Beydağı’nın ormanla kaplı olduğuna dair bir efsaneyi hepiniz duymuşsunuzdur. Evliya Çelebi’nin anlattığı gibi, sincaplar ayakları yere basmadan şehri geçemiyorlardı belki ama bugünkü orman varlığından da eminim fazladır. Çıplak dağların eteklerindeki bu şehir, yazları yakıcı bir sıcağa maruz kalıyor. Kuraklıklar kapımızda beklediği gibi şehrin su ihtiyacı da giderek artıyor. Eski valilerimizden Ulvi Saran’ı her zaman hayırla yâd ediyorum. Başlatmış olduğu ağaçlandırma faaliyeti örnek alınacak mahiyettedir. Beydağı’ndaki kayalık alanlarda iş makineleri çalıştırarak fidanlar dikilmiş, sulama sistemleri kurularak ağaçlara su verilmişti. Bugün o fidanlar insan boyunu geçmiş durumda. Eminim ki sayın Saran (Allah işini rast getirsin) bir süre daha Malatya’da kalsaydı farklı alanların ağaçlandırılması için projeler başlatacaktı. İlla şehrin valisinin ya da bir kişinin ağaçlandırma için çaba göstermesine gerek yok. Sivil toplum yok mu bizde, dernekler ne iş yapıyor? Kayıtlarda orman görünen fakat vasfını yitirmekte olan onlarca hektarlık alan var şehir merkezinin etrafında. İmar buralara girmeden sivil toplum girip, belediyeler proje yapıp ağaçlandırma seferberliği başlatılabilir. Kim ön ayak olursa kıyamete kadar amel defteri de açık kalır.
Eskiden, şehir bu kadar yayılmamışken, gökyüzünde kuşların sürü halinde uçtuklarını görürdük. Demek ki konacak yerleri vardı da şehirde yaşayabiliyorlardı. Demek ki yerleşim alanı küçük olan Malatya’nın etrafında yeterince yeşil alan vardı. O zamanlar şehrin etrafında olan yeşil alanların hepsi ranta kurban edildi. Şimdiki Malatya’nın etrafı boş. Dünyayı paylaştığımız canlıların hakkına girmiş, onları kaçırmışız demektir bu. Beydağı TOKİ’leri yeni yapılmışken şaşkın bir tilki görmüştüm orada. Her sene Barguzu civarlarında sincapları görürdüm, bu sene rastlamadım. Yavaş yavaş tüm canlıları kaçırıyoruz. Normal seviyelerde bir yapılaşma, ihtiyacın giderilmesi manasına gelirken bu kadar plansız ve yoğun bir yapılaşma insan dahil hiçbir canlı için uygun değil. Şehir büyürken binlerce ağaç kesildi ve yerlerine yenileri dikilmedi. Ağaçları da dünyayı paylaştığımız canlılardan kabul etmemiz lazım. Malatya’daki her ağaca bir nüfus cüzdanı çıkarıp kimlik numarası versek yeridir. Böylelikle daha etkin bir koruma sağlarız, çocuklarımıza ağacın değerini göstererek öğretmiş oluruz. Bu biraz zor olabilir fakat belediyelerimiz bir “koruma kararı” alıp şehir içindeki yaşlı ağaçlara “koruma altına alınmış statüsü” verebilir.
Sözü çok uzattığımın farkındayım. Okuma alışkanlığı olmayan, birkaç saniyelik videolar izlemeye alışmış bir topluma bu kadar çok şey anlatmanın lüzumsuz olduğunun da farkındayım. Buraya kadar sabredip okumuş olanlar için “En Güzel Şehir Malatya” vizyonumun doğal unsurlar kısmıyla ilgili yapılacakları özetleyeyim: Yeşil alanları kaybetmemek, artırmak lazım. Burada en büyük görev belediyelere düşüyor. Belediye başkanları altı boş vaatler vermeye ve anlamsız sosyal medya fotoğrafları çekip yayınlatmaya ayırdıkları zamanı proje üretip uygulamaya ayırmalılar. Kişi başına düşen yeşil alan hesabı tüm şehir ve ilçeler için ayrı ayrı yapılmalı, dünyanın en prestijli şehirlerinin yeşil alan miktarları hedef olarak alınmalı. Parkların ve yeşil alanların serserilerin savaş meydanı olma hüviyetinden kurtarılması gerekiyor. İnsanlar gönül rahatlığı ile aileleri ile parklarda oksijen alabilmeliler. Bu yerlerde gayrimeşru pazarlıklar yapılıp kavgalar dönerse şehir insanı kendini evine hapsetmek zorunda kalır. Kayıp güzellikler gün yüzüne çıkarılmalı. Şehir içinden geçen akarsular, doğal su kaynakları betonlarla görünmez yapılacağına saklı bir hazineymiş gibi gün yüzüne çıkarılmalı, peyzajla düzenlenmeli. Doğal denge bozulduğunda, şehir sadece manzarasını değil, yaşam kalitesini de kaybeder. Hava kirlenir, iklim daha sertleşir, biyoçeşitlilik yok olur. Park ve bahçeler kuş türlerini çekecek bitki çeşitliliğiyle zenginleştirilmeli. Şehir merkezindeki ve ilçelerdeki tüm doğal güzellikler listelenmeli ve her birisi için ayrı eylem planı yapılmalı. Bir şehir, doğasına sahip çıktığı ölçüde yaşanabilir kalır. Malatya, doğayı korumayı belediye bütçesinin en öncelikli kalemlerinden biri haline getirirse hem bugünün sakinleri hem de gelecek nesiller için gerçek anlamda “en güzel şehir” olma şansını yakalayabilir.