Lütfü Caner

Peygamber Efendimizin, Ağaç Kesmek ve Ağaç Dikmek İle İlgili Hadfis-i Şerifleri (2)

Lütfü Caner

AĞAÇ DİKMEK SADAKADIR

Asbâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- Şam’da ağaç dikmekteydi. Yanına birisi yaklaştı ve hayretle:

“–Sen, Peygamber Efendimiz’in yakın arkadaşı olduğun hâlde, ağaç dikmekle mi meşgul oluyorsun?” dedi. Ebu’d-Derdâ Hazretleri şu cevâbı verdi:

“–Dur bakalım, hakkımda böyle acele hüküm verme! Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururlarken işittim:

«Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allâh’ın mahlûkâtından herhangi bir varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.»” (Ahmed, VI, 444. Bkz. Müslim, Müsâkât, 7)

AĞAÇLARA ZARAR VERMEYİN!

Müslümanlar büyük ordularıyla hareket ederken bile bitkilere ve ağaçlara zarar vermemek için gayret sarf ediyorlardı. Meselâ Halîfe Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, sefere çıkmaya hazırlanan ordusuna şu emirleri vermişti:

“Hâinlik yapmayınız, ganimet malına ihânet etmeyiniz, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi âzâları keserek işkence etmeyiniz); çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmeyiniz! Hurma ağaçlarını kökünden kesmeyiniz ve yakmayınız, meyveli ağaçları kesmeyiniz; koyun, sığır ve develeri -yiyeceğiniz hâriç- kesmeyiniz! Manastırlara kapanıp kendilerini ibadete vermiş kimselerle karşılaşacaksınız, onları ibadetleriyle baş başa bırakınız…”[3]

SAPI KIRIK ÇİÇEK

Kâinâtta var olan her şey Cenâb-ı Hakk’ı zikir hâlindedir. Bu hususta en gâfil davrananlar, insanlar ve cinlerdir. Dolayısıyla bir Müslüman etrâfındaki eşyâya bu şuurla yaklaşır, Müslüman talebeler ve çocuklar bu şuurla yetiştirilir:

Bir gün, Osmanlı döneminin büyük üstadlarından Üftâde Hazretleri, mürîdleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Arzusu üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmûd Efendi’nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı sadece. Diğerlerinin neş’eyle elindekileri hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretlerine takdim etti.
Üftâde Hazretleri, diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:

“–Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdiği hâlde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?..”

Kadı Mahmûd, edeple başını önüne indirerek cevap verdi:

“–Efendim! Size ne takdim etsem, azdır!. Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu «Allah Allah» diyerek Rabb’ini tesbîh eder bir hâlde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı olmadı. Çâresiz ben de elimdeki şu tesbîhine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım!..”

Bu güzel ve mânâ dolu cevaba son derece memnûn olan Üftâde Hazretleri’nin dilinden o anda:

“–Hüdâyî, Hüdâyî... Evlâdım! Bundan sonra ismin Hüdâyî[4] olsun!.. Ey Hüdâyî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasiplenmişsin...” ifâdeleri döküldü.

Böylece Kadı Mahmûd, Hüdâyî oldu. Zira o, artık kâinâttaki ilâhî sırlara ve kudret akışlarına âşinâ olmuştu. Âdeta kâinât, kendisine sırlarını açan canlı bir kitap hâline gelmişti. Hayatını bu minvâl üzere Allah Teâlâ’ya itaatle devam ettiren Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, cihâna yön veren pâdişahlara rehber olmuştur. Günümüzde de insanlar akın akın Üsküdar’daki türbesini ziyâret ederek orada mânevî bir huzur bulurlar.

Dipnotlar:

[1] Ebû Dâvûd, Menâsık, 96; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 500; a.mlf., el-Vesâik, Beyrut 1969, s. 236-238, 240. [2] Belazurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 17; İbrahim Canan, İslam ve Çevre Sağlığı, İstanbul 1987, s. 59-60. [3] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 85; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30268; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 196. [4] Hüdâyî kelimesi; hidâyete ermiş, doğru yolu bulmuş mânâlarına gelir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları
Evet, değerli okurlarım, tüm Malatyalı hemşerilerimizi, Malatya’mızın geleceği için AĞAÇ dikmeye davet ediyoruz…!

Saygılarımla…

Yazarın Diğer Yazıları