Hamza Atlı

Bir Gün Ağlayan Bizim Çocuğumuz Olacak!

Hamza Atlı

Net söylüyorum.
Ateş bir gün bize de sıçrayacak.
Çaresiz haykırışlar arşa ulaşacak.
Anneler ağlayacak.
Gelinler dul, çocuklar yetim kalacak!
Sessizlik bizi de kuşatacak!
Sarı öküz hikâyesini biliyor musunuz?
İşte size halk arasında sıkça anlatılan Sarı Öküz Hikayesi...
Bir zamanlar bir vadide birlikte yaşayan koyunlar, inekler, öküzler ve başka hayvanlar varmış. Bu vadide barış ve huzur içinde yaşarlarmış. Bir gün vadiye başka bir sürüden gelen bir grup bozkurt dadanmış. Bu kurtlar çok sinsiymiş. Saldırarak hepsini birden yiyemeyeceklerini bildikleri için plan yapmışlar.
Kurtların lideri demiş ki;
-"Biz bu sürünün en güçlülerinden birini alalım. Diğerleri karşı koymasın diye onlara bir bahane uyduralım."
Gözlerine vadideki en gösterişli, en iri, en parlak tüylü hayvanı kestirmişler. 
Kurtlar sürünün liderleriyle konuşmaya gitmiş;
-“Bakın,” demişler, “bizim derdimiz yok sizinle. Sadece şu sarı öküzden rahatsızız. Rengi çok dikkat çekiyor, bizim bölgemizi bozuyor. Onu bize verin, bir daha hiç karışmayacağız size.”
Sürünün ileri gelenleri toplanmış, konuşmuş. Kimi demiş ki “Yok, hep beraber direnelim, birimizi verirsek sonumuz gelir.” 
Ama bazıları da demiş ki “Bir tek sarı öküz gidecek, biz kurtuluruz. Kavga etmeye ne gerek var?”
Sonunda çoğunluk korkmuş, kurtlarla kavga çıkmasın diye sarı öküzü vermişler.
Kurtlar bir süre sonra yine gelmiş. Bu sefer başka birini istemişler. Bu oyun böyle sürmüş gitmiş. Her seferinde bir kurban verilip mesele kapatılmaya çalışılmış. Ta ki sıra herkese gelene kadar…
En sonunda sürüde kimse kalmayınca, geriye bakan son öküz, çaresizlikle haykırmış;
-“Sarı Öküz’ü verdiğimiz gün kaybettik biz bu savaşı...
Bu hikâye, birlik içinde hareket edilmediğinde, ilk taviz verildiği anda aslında çoktan kaybedilmiş olunduğunu anlatır. Haksızlığa karşı sessiz kalmak, sıranın bize gelmesini beklemektir.
Geçtiğimiz gün medyaya yansıyan ve insanlığımızı sorgulatan bir haberle sarsıldık. Bir polis memurunun, bir çocuğu boğarak öldürdüğü iddiası vicdan sahibi herkesin kalbine bir taş gibi oturdu. Olayın bir konsolosluk yakınında gerçekleşmesi ise, uluslararası hukuk ve diplomatik alanlar açısından da çok boyutlu bir tartışmayı gündeme getirdi.
Bir çocuğun yaşam hakkı, hiçbir koşulda ihlal edilemez. Bu hakkı korumakla yükümlü olan bir kolluk görevlisinin, tam tersine bu hakkı ihlal ettiği bir senaryo, sadece bireysel bir trajedi değil; bir sistemin, bir anlayışın ve bir ahlak krizinin göstergesidir.
Bu olayın faillerinden hesap sorulmazsa, sadece bir çocuk değil; adalet duygusu da boğulmuş olacak. Irkı, dini, etnik kimliği ne olursa olsun, faili koruyan değil, mağdurun hakkını gözeten bir hukuk düzeni kurulmadıkça, hepimizin güvenliği tehdit altında kalacaktır.
Bu noktada kimlikler üzerinden değil, eylemler üzerinden konuşmak zorundayız. Failin Yahudi, Müslüman, Hristiyan ya da başka bir inanca sahip olması meselemiz değil. Mesele, bir çocuğun yaşam hakkının gasp edilmesidir. Mesele, adaletin herkes için eşit işlemesidir. Mesele, insanların kimliğine göre değil, insanlığına göre değer görmesidir.
Biz sessiz kalırsak, bir gün bu sessizlik bizim çocuklarımızın çığlığına da dönüşebilir...
Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları