
Kültürel sömürgecilik
Enes Tarım
Müzik dinlemeyi sever misiniz?
Bu soruyu geçmişte sormuş olsak belki bir anlam ifade ederdi.
Bugün için anlamsız bir soru olduğunun farkındayım.
Ama seksenli yıllarda müzik dinlemek bir İslamcı için caiz olmayan bir şeydi.
Müzik aletlerinin çıkardığı sesin zevk unsuru olması beraberinde hakkında Kurandan ayet olmasa da nebi hadisleri ve mezhep imamlarının fetvalarından yola çıkarak haram sayılır, dinleyenler ayıplanırdı.
Hatırlıyorum da Ahmet Kaya kasetleri ilk çıktığı yıllarda -ki seksenli yıllardı- caiz görmesek te devrimci içerik bizi kendisine çeker; gizli gizli Ahmet kaya dinlerdik.
İslami müzik alanında da çıkan ilk ezgiler müziksiz sadece ses içerikli ezgilerdi. Beraberinde birer radyo tiyatrosu tadındaki bant tiyatroları…
Sonrasında tüm müzik aletlerinin katılımıyla yeşil pop söylemi altında İslami ezgiler ve ilahiler furyası başladı.
O günlerden bugünlere her şeyin; her türlü kadın erkek sesin ve müzik aleti dinlemenin normal addedildiği günlere geliverdik.
Şimdilerde ezgi filan da dinlemiyoruz. Artık cazibesini yitirerek bazen nostalji anlamında dinlediğimiz ilahiler hariç…
***
Bugün gençlerin plak ya da kaset almasına gerek yok.
Onlar bizden farklı olarak yeni çıkan müzik parçalarını yayınlanır yayınlanmaz internet üzerinden anında ulaşarak haberdar olup dinleyebiliyor.
Ve baktığınızda Youtube de yayınlanan müzik parçalarının milyonlarca hatta bazılarının milyarlarca tıklandığını görüyoruz.
Bizim çocuklarımız da dâhil tüm dünya gençliği dünya starlarına anında ulaşıp onları canlı takip edebiliyor etkinliklerinden haberdar olup iletişime geçebiliyor.
Suriye’deki Iraktaki Suudi Arabistan’daki ya da Afrika’daki herhangi bir genç ABD ya da Avrupa’daki akranı kadar hızlı ulaşabiliyor her şeye.
Onları izliyor, ezberliyor, taklit ederek giyimi kuşamı tüketim alışkanlıkları ile yani her şeyiyle onlar gibi olmaya çalışıyor.
Batının kültür elçileri tüm dünyayı sarıp sarmalamış durumda.
Onlar, teknolojiyi bilginin yanında bir silah gibi kullanarak düşünce, kültür ve diğer emperyal unsurlarını dünya toplumlarına şiddet ve güç kullanmadan teknolojik gelişmişliği ile dayatıyor.
Ve bugün sömürgecilik çoğu zaman kültürel/kolonyal sunumlarla gönüllü teslimiyetler şeklinde tezahür ediyor; herhangi bir dayatma ve baskı olmadan.
Tüm yeryüzü kavimleri “insan hakları, halkların kendini yönetimi, demokrasi ve özgürlük” gibi süslü kelimelerle batının kültür ve medeniyetini yansıtan sistemin derin tahakkümü altında.
Tüm insanlığı yönetim sistematiğinden kültürel eğitimine tüketim ekonomisinden maliyesine askeri savunma sistemlerinden tarımsal üretim tekniklerine kadar her şeyi ama her şeyi ile onlar belirliyor yönlendiriyor.
Yiyeceğimizden içeceğimize giyeceğimizden barınağımıza okuyacağımız kitaplardan izleyeceğimiz filmlere kadar global bir endüstri ağı içerisindeyiz.
Onlar bu global ağ içerisine gönüllü katılım sağlamayan coğrafyaları da bazen bizzat güç kullanarak bazen de ambargolarla zayıf düşürüp istila ediyor tüm yeraltı-yerüstü zenginliklerine el koyarak sömürüyor.
Uyduruk bahanelerle askeri müdahalelerle saldırarak iktidarlar devşiriyor; kukla hükümetler kurup geri çekilerek arka plandan yönetiyor.
Kimi zaman sivil kadın ve çocukların kaldığı yerleşim yerlerini bombalarken, kimi zaman da kucağında insani yardım malzemeleri ile onların karşısına çıkıyor.
Geldiğimiz süreçte tüm yeryüzü ister gönüllü birlikteliklerle isterse de gönülsüz onların kuşatma ve tahakkümü altında.
Ve kesin olan şey ise, onların kesinlikle İslami değerlere tahammülünün olmaması…
***
Tüm bunlara rağmen bizlerse zihin dünyalarımız batı tarafından işgal edilip düşünce ufkumuz kısırlaştırıldığı için dünyayı olayları geçmiş tarihi İslami bakış açıları ile değil seküler okuyuşlarla anlamaya çalışıyoruz.
Ve bu durum yani dünyayı, tarihi ve olayları seküler okuyuşlarla anlamaya çalışmak, birlik ve bütünlük dengemizi bozarak çok farklı bakış açılarına ve tanımlamalara sahip olmamız sonucunu doğuruyor.
Bu durum bizlere batıcı bir kültürel bakış ve düşünce profili kazandırarak onların değer sistemleri paralelinde olayları gözlemlememizi ve bir Avrupalı gibi davranarak her şeyi öyle içselleştirmemizi sağlıyor.
Nesnelliği tarihi sosyolojiyi dini gelenek ve örfü tanımlamada kullandığımız kavramlar artık Avrupalı insanın kullandığı batılı jargon.
O yüzden beraberinde her daim modern batı uygarlığının eşsizliği, benzersizliği, üstünlüğü gibi iddialar taşıyor.
Tüm bu kavramlar bizler farkında olmadan toplumlarımıza kültür emperyalizmi aracılığıyla dayatılıyor.
Böylece Batı uygarlığının gücü, üstünlüğü ve hâkimiyeti artık İslam coğrafyalarında Müslümanları batının kültür ve medeniyeti ile şekillenilmesi gerektiği, bunun tabii bir vaka olduğu; bu yapılmadığı takdirde çaresiz yok oluşlara gebe kalacağımız düşünce zeminine mecbur bırakıyor.
O yüzden evrensel özgürlük ve insan hakları kavramının İslami değerler sistemini kapsamaması hiç dikkatimizi çekmiyor; çekse de umurumuzda olmuyor.
Uygar dünyada zayıfların, güçsüzlerin, ötekilerin hiçbir zaman ifade özgürlüklerinin olmayışı bizi rahatsız etmiyor.
Özgürlük tanımlamasının sadece Avrupalı değerleri kapsaması ve batıya tabi tabi olanlar için olması bizim için bir olumsuzluk içermiyor.
O yüzden bugün haklar ve özgürlüklerin sadece liberal ve seküler dünyanın hakkı olduğunu düşünüyor; Modern dünyada sadece batının aklı mantığı bilgisi ve değerlerinin tek değer olduğunu kabulleniyoruz.
İslami değer ve tasavvurlar idealler İslam toplumları için bu yüzden olsa gerek hiç bir şey ifade etmiyor…
Selam ve dua ile…