Cengiz Dere / Manevi Danışman

O, Bugün Neyi Nasıl Algılıyor?

Cengiz Dere / Manevi Danışman

İnsan, ancak başkasının dünyasına girebildiği kadar onunla iletişim kurar. Kendi doğrularımızla yürüdüğümüzde güçlü hissederiz ama temas edemeyiz; karşımızdakinin algısıyla baktığımızda ise hem insan oluruz hem de ilişki kurarız. Asıl mesele “Ben ne demek istiyorum?” değil, “O, bugün neyi nasıl algılıyor?” sorusudur.

Bir çocuğa, bir eşe, bir dosta ya da yolda karşılaştığımız bir yabancıya yöneldiğimizde, beyninin arkasında o gün neler taşındığını bilmeden konuşuruz çoğu zaman. Belki sabah evden kavga ederek çıktı. Belki yıllardır kimse onu gerçekten dinlemedi. Belki bir cümle, çocukluğunda açılmış eski bir yarayı kanattı. Psikolojinin söylediği basit ama sarsıcı bir hakikat var: İnsan, yaşadığı olaylara değil; o olayları nasıl algıladığına tepki verir. Aynı söz birine şifa olurken, diğerine zehir olabilir. Çünkü algı, geçmişle yoğrulur.

Bir hikâye anlatılır:

Kör bir adam, sokak köşesinde “Körüm, yardım edin” yazan bir tabela ile dilenirmiş. Kimse durup bakmazmış. Oradan geçen biri, tabelayı alıp başka bir şey yazmış ve yerine koymuş. Bir süre sonra insanlar durmaya, para bırakmaya başlamış. Kör adam merak edip sormuş: “Ne yazdın?” Adam cevap vermiş: “Bugün hava çok güzel… ama ben göremiyorum.”

Gerçek değişmedi, adam hâlâ kördü. Değişen, insanların algısıydı.

İletişimde de böyledir. Haklı olmak, anlaşılmak değildir. Doğruyu söylemek, doğru yere temas etmek anlamına gelmez. Bu yüzden atalarımız boşuna dememiştir: “Söz gümüşse, sükût altındır.” Çünkü bazen susmak, karşındakinin dünyasını dinlemeye alan açmaktır. Bir başka atasözü daha söyler: “Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır.” Her insanın algısı, hayatı yeme biçimi farklıdır.

Kur’an bu hakikati çok derin bir yerden öğretir. Allah Teâlâ buyurur ki:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.” (Nahl, 125)

Hikmet, sadece doğru bilgi değildir; muhatabın kalbine uygun anahtarı bulabilmektir. Aynı hakikat, farklı kalplere farklı dille söylenir. Bir başka ayette ise şöyle denir:

“Biz insanı ancak gücünün yettiğiyle sorumlu tutarız.” (Bakara, 286)

Bu ayet, insanın yükünü anlamadan hüküm vermemeyi öğretir. Herkesin taşıdığı ağırlık farklıdır.

Psikoloji de aynı noktaya çıkar. Beynin duygusal merkezi olan limbik sistem, mantıktan önce devreye girer. İnsan önce hisseder, sonra düşünür. Yani sen ne kadar doğru konuşursan konuş, karşındakinin duygusu duyulmadıysa zihni kapanır. Bu yüzden eşler birbirine “Beni anlamıyorsun” der, çocuklar “Kimse beni dinlemiyor” diye susar. Aslında herkes aynı şeyi ister: Algısının görülmesini.

Belki de bütün insanlığın acısı ve kurtuluşu burada düğümleniyor. Kendi doğrularımızı dayattığımızda çatışma, başkasının algısını anlamaya çalıştığımızda temas doğuyor. Savaşların, aile içi kırılmaların, kuşak çatışmalarının kökünde çoğu zaman tek bir eksik var: “Benim gördüğüm değil, onun gördüğü ne?”

İnsan, karşısındakine “Sen bugün ne yaşadın?” diye bakabildiği gün değişir. O gün, iletişim başlar. O gün, merhamet akla karışır. O gün, insan gerçekten insan olur.

Yazarın Diğer Yazıları