Zeki, yaşadığı mahallenin en sessiz adamıydı. Sessizdi ama bu sessizlik bir sükûnetin değil, bir kopukluğun sessizliğiydi. Kimseyle kavga etmezdi, kimseyle de konuşmazdı. Düğünlere gitmez, bayram sabahı kimsenin kapısını çalmaz, akrabalarının hastalığı ya da vefatı onu hiç ilgilendirmezdi. O, hayatı sadece kendi nefesinin sınırları içinde yaşardı.
Hanımıyla ilişkisi bile sadece evliliğin gereği olan fiziksel bir bağdan ibaretti. Sohbet etmez, gülmez, bir hatıra paylaşmazdı. İnsanlara karşı ne merakı vardı ne sevgisi… Zeki, aslında yaşıyordu ama içinde “insanlık beyni” çoktan susturulmuştu
BEYİN SAPIYLA KERTENKELE GİBİ BİR HAYAT
Nöropsikolojiye göre insan beyninin üç katmanı vardır: beyin sapı, limbik sistem ve neokorteks. Zeki’nin dünyasında hâkimiyet tamamen beyin sapına geçmişti; o ilkel, hayatta kalma dürtüsüyle işleyen, “sadece kendini koru” diyen içgüdüsel sistem.
O yüzden Zeki’nin dünyasında kimse önemli değildi. Çünkü hayvansal beyin, tehlike dışında hiçbir şeye değer biçmez. Sevgiye, vefaya, minnete, duaya — yani insanlık hallerine — yabancıdır.
Zeki, “kendi güvenliği” dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Oysa farkında değildi; insan güvenliği, sadece duvarlarla değil, bağlarla korunur. Ama Zeki’nin ne bağı vardı ne bağımlılığı.
DUYGUSAL BEYNİN SUSKUNLUĞU
Bir gün, mahallenin yaşlı kadını olan Fatma Nine vefat etti. Zeki, haberi duyduğunda televizyonun sesini biraz kıstı, sonra yine kaldığı yerden dizisini izlemeye devam etti. O an, limbik sistemin – yani duyguların beyni – sessizliğiydi.
Bir başka insanın ölümü onda hiçbir yankı uyandırmadı.
Ne hüzün, ne rahmet, ne “keşke bir helalleşseydim” hissi…
İşte o an Zeki, bir bedende yaşayan ama duygusal olarak ölü bir varlık olduğunu fark etmeden, hayatına devam etti. Çünkü duygusal beyin olmadan insan, insanın varlığını hissedemez.
ÜST BEYNİN UNUTULUŞU
Zeki, insanlık erdemlerini “gereksiz detay” olarak görüyordu. “Kimin mezarına gideyim, ölüye mi faydam olacak?” diyordu.
Bayram ziyaretlerini “boş muhabbet”, akraba görüşmelerini “angarya” olarak niteliyordu.
Oysa neokorteks — yani insanın üst beyni — tam da bu noktada devreye girer: anlam kurmak, bağ kurmak, sorumluluk hissetmek.
Zeki’de bu korteks sanki fişten çekilmiş gibiydi. Akıl vardı ama insanlık yoktu. Bilgi vardı ama bilgelik yoktu.
Beyni çalışıyordu ama vicdanı uyuyordu.
HAYVANSAL BEYİNİN TOPLUMSAL YANSIMASI
Zeki gibi insanlar çoğaldıkça toplum sessizce bozulur.
Artık kimse kimsenin kapısını çalmaz, kimse bir diğerinin kalbini gözetmez. Bayramlar kutlanır ama kimse sevinmez, ölüler defnedilir ama kimse yas tutmaz.
İnsanlar bir araya gelir ama birbirine temas etmez.
Zeki, bir kişiden ibaret değildir; o bir çağın prototipidir. Hayvan huylu varlıklar.
Modern hayatın ürettiği, duygularını unutan, aklını sadece çıkarına çalıştıran yeni insan tipidir.
Bu insanlar arasında güven azalır, sevgi küçülür, nezaket kaybolur. Çünkü hayvansal beyinle yaşayan bir toplumda en baskın duygu korkudur. Herkes birbirinden korunur, kimse kimseye yaklaşmaz.
BİR AKŞAMIN SESSİZ UYARISI
Bir akşam, Zeki’nin telefonu çaldı.
Kardeşi arıyordu.
Aylar, belki yıllar sonra gelen bir sesti.
Kardeşi hastanedeydi, nefesi dar, sesi yorgundu.
“Abi, gelmek istersin belki…” dedi sadece.
Zeki, cevap vermedi. O an bir sessizlik yaşandı.
Ama bu sessizlik beyninde değil, kalbinde yankılandı.
İlk kez, amigdala değil, korteksi bir sinyal gönderdi: “Git.”
Yıllar sonra ilk kez duygusal bir dürtü hissetti.
Kalktı, arabasına bindi, hastaneye gitti.
Kardeşinin elini tuttuğunda, beyninde yıllardır sessiz duran bir bölge yeniden nefes aldı: insanlık beyni.
Gözünden bir damla yaş süzüldü. O yaş, bir özür değildi; bir dönüşün başlangıcıydı.
İNSAN OLMAK ÜÇ KATMANI DENGEDE TUTMAKTIR
Zeki’nin hikâyesi bize şunu fısıldar:
İnsan olmak sadece nefes almak değildir.
Nefes, beyin sapının işidir.
Sevmek, duygusal beynin işidir.
Ama anlam vermek, bağ kurmak, affetmek ve vicdanla yaşamak — bunlar üst beynin, yani insanlığın işidir.
İnsanoğlu, hayvansal beyninin sesini kısmazsa, bir gün kalbinin sesini tamamen kaybeder.
Ve kalbin sustuğu yerde medeniyetin sesi de duyulmaz.
Zeki, geç de olsa anladı:
İnsan olmak, sadece yaşamak değil; yaşayanlara dokunmaktır.