Cengiz Dere / Manevi Danışman

Eşini Çocuk Gibi Terbiye Etmeye Kalkma

Cengiz Dere / Manevi Danışman

Aile bir okuldur ama evlilik bir okul değildir, eşler de birbirinin hocası değil. Kadın ya da erkek, fark etmez; eşini terbiye etmeye kalktığında aslında evliliğin özündeki dostluğu, yoldaşlığı, güveni zedeler. Çünkü terbiye kelimesi, çocukla ebeveyn arasındaki ilişkiye aittir. Eşler ise birbirinin “eşidir.”

Hikâyeler bize çok şey öğretir. Yıllar önce tanıştığım bir adam vardı, evliliğinin onuncu yılında yorgun bir tebessümle bana şunu söylemişti:

“Eşim beni çok seviyor ama bana öyle cümleler kuruyor ki, kendimi ilkokul çocuğu gibi hissediyorum. ‘Bunu niye böyle yaptın? Bak ben sana demedim mi? Yine aynı hatayı yapıyorsun’… İçimden bağırmak geliyor: Ben senin çocuğun değilim!”

Bu adam kavgacı biri değildi, hatta uyumlu ve anlayışlı bir karakterdi. Ama zamanla içinde biriken bu “çocuk muamelesi” duygusu, evliliklerine gölge düşürmüştü. Çünkü insanın ruhu, hele de bir erkeğin ruhu, çocuk gibi azarlanmayı kaldıramaz. Psikolojide bu duruma “saygısızlık algısı” denir. Kişi, kendisine sürekli öğüt veren, emir veren veya sürekli düzelten bir eşin yanında değerinin küçüldüğünü hisseder.

Bir başka hikâyede, hanımı sürekli kocasına öğütler veren bir kadını dinlemiştim. Kadın diyordu ki: “Ben kocamı daha iyi olsun diye uyarıyorum. Ona yol göstermesem yanlış yapıyor.”

Fakat o evin içinde her geçen gün tartışmalar artmıştı. Çünkü erkek kendisini sevilmiş değil, düzeltilmesi gereken bir kusur gibi görmeye başlamıştı. Nitekim bir atasözümüz ne güzel söyler: “Çok nasihat nasihati öldürür.”

Kur’an’da eşlerin birbirine yaklaşımı “elbiseler” metaforuyla anlatılır: “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara 187). Elbise, insanın kusurunu örtmek içindir; açığını meydana çıkarmak için değil. Bir kadının kocasına sürekli terbiyeci gibi davranması, elbise olmaktan ziyade onu çıplak bırakmak gibidir. Hadislerde de Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Müminlerin iman bakımından en olgunu, ahlakı en güzel olanıdır. Sizin en hayırlınız da hanımına en güzel davranandır.” (Tirmizî, Rada’ 11) buyurmuştur. Buradaki ölçü, karşılıklı nezakettir; buyurganlık değil.

Bilimsel çalışmalar da gösteriyor ki, evliliklerde en sıkıntılı anlar “üstten konuşma” anlarıdır. Kadın kocasını, erkek karısını küçümseyerek konuştuğunda, iletişim dili keskinleşir ve taraflar savunmaya çekilir. Savunmaya çekilen taraf, ya suskunlaşarak içine kapanır ya da bir gün patlayarak büyük bir kavga çıkarır. İşte “en uyumlu” görünen kocaların bile ara sıra büyük direnç göstermesinin sebebi budur. İçten içe “Benim söz hakkım yok, ben saygı görmüyorum” diye birikmiş öfke, bir noktada taşar.

Evlilikte sevgi, eşini değiştirmek için değil, olduğu haliyle kabul etmek için vardır. Elbette sınırlar konur, elbette hatalar dile getirilir; ama bu bir terbiye yöntemiyle değil, eş diliyle olur. Kadın “Bu davranış beni üzüyor” diyebilir, “Ben şöyle olmasını isterim” diyebilir; ama “Sen yanlış yaptın, sana bunu öğretmiştim” derse, kocasının ruhunda çocuk yerine konma hissi oluşur. Ve çocuk yerine konan bir eş, bir süre sonra eşliğini kaybeder.

Evlilik, iki insanın birbirine “yol arkadaşı” olmasıdır. Bir atasözümüzde denir ki: “Eşini eş bilen, eş olur; eşini iş bilen, düş olur.” Kadın ya da erkek, eşini sürekli düzeltilecek bir iş gibi görürse, o işin sonunda sevgiden geriye düşmanlık kalır.

Kadınlar, eşlerini ne kadar eksik görseler de onları terbiye etmeye kalkmamalıdır. Çünkü terbiye ebeveynin işidir, eşin değil. Eş, sınır çizer, duygu ve beklentisini dile getirir, rahatsızlığını nezaketle ifade eder. Ama karşısındaki insanı çocuğuymuş gibi eğitmeye kalkarsa, o evlilikte saygı çatırdar. Erkek de kadın da şunu bilmelidir: Evlilikte en büyük erdem, sevgiyi korumak kadar saygıyı da korumaktır. Çünkü sevgi bazen eksilir, artar; ama saygı kaybolduğunda geriye ne aşk kalır, ne yuva.

Yazarın Diğer Yazıları