Abdullah Ergün

Müziğin Değişen Yüzü

Abdullah Ergün

Müzik… İnsanlık tarihi kadar eski, ruhumuza işleyen en kalıcı dillerden biri. Sadece notaların birleşimi değil; bir toplumun hafızası, bireylerin duygularının yankısı, kuşakların ortak belleği. Çoğu zaman bir şarkı, tarih kitaplarının yazamadığını söyler; bir dönemin ruhunu birkaç dakikalık melodiye sığdırır. Bazen de yalnızca umutsuz bir aşkın sığınağı olur.

Türkiye’de müzik serüveni de işte böyle, melodilerle anlatılan bir toplumsal hikâyedir.

Türk Sanat Müziğinin altın çağını yaşadığı 1960 ve 70’li yıllarda Münir Nurettin Selçuk ile başlayan daha sonra Avni Anıl, Yusuf Nalkesen, Teoman Alpay, İsmail Baha Sürelsan, Sekip Ayhan Özışık, Erol Sayan, Alaaddin Yavaşça, Yıldırım Gürses gibi bestekarların eserleri günümüzde medyanın gündeminde yer almamasına rağmen ağırlığını devam ettiriyor.
_______________________

Sümer Fabrikasından Çıkan Armoniler

1960’ların Malatya’sında, Sümerbank fabrikasının havuz başında fabrika orkestrasının konserlerini hatırlıyorum. O zamanlar bu konserler sadece eğlence değil; modernleşen Türkiye’nin taşraya taşıdığı bir kültürel nefesti. Fabrikalar sadece üretim yapan yerler değildi; aynı zamanda sanatın, müziğin ve toplumsal yaşamın renkli merkezleriydi.

Çocuk yaşta bu konserlerin gizli izleyicisi oldum. Orkestranın tınısı yalnızca kulağıma değil, ruhuma da dokundu. O yıllarda İstanbul, Ankara, İzmir’de de benzer orkestralar vardı. Batı melodileri Türkçe sözlerle yeniden hayat buluyor, “aranjman” modası doğuyordu. Bu, Türkiye’nin Batı’yla kurduğu kültürel ilişkinin müzikteki yansımasıydı.

Salvatore Adamo’nun “Tombe la neige” plağı büyük ilgi görünce, Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı Türkçe sözlerle yine Adamo tarafından seslendirilen “Her Yerde Kar Var”, müziğin yol haritasını farklı bir kulvara taşıdı. Alpay, Tanju Okan, Ertan Anapa, Erol Büyükburç ve Tülay German bu furyanın öncüleriydi.
_________________________

Göçün Ezgisi: Arabeskin Yükselişi

1950’lerin ortalarından itibaren Anadolu’dan İstanbul’a büyük bir göç dalgası yaşandı. Göç, sadece kentin demografisini değil, melodisini de değiştirdi. İstanbul’un taş sokaklarına, varoşlarına ve gecekondu semtlerine Anadolu’nun yanık ezgileri karıştı.

Orhan Gencebay’ın “Başa Gelen Çekilirmiş” plağı, büyük şehirlerin kenar semtlerinde yaşayan insanların ortak sesi oldu. Ardından “Bir Teselli Ver” ile arabesk, yalnızca bir müzik türü değil; göçün, yoksulluğun ve şehirde tutunma mücadelesinin tercümanı hâline geldi.

Ferdi Tayfur’un katılımıyla arabesk daha da derinleşti. Ne tam Anadolu’nun köklü halk müziği, ne de Batı’nın uyumlu armonisi olan bu “ara kültür”, hem küçümsendi hem de milyonların kalbine yerleşti. Gönül Akkor, Behiye Aksoy, Neşe Karaböcek ve Emel Sayın arabeskin rüzgârına kapılarak sanatlarını yeniden tanımladılar.
___________________

90’ların Pop Patlaması

70’ler arabeskin isyanıydı. 90’lara gelindiğinde ise Türkiye bambaşka bir müzik evresine geçti: Pop müzik altın çağını yaşadı.

Sezen Aksu’nun üretkenliğinin yanı sıra konserlerinde kendisine eşlik eden Harun Kolçak, Levent Yüksel, Aşkın Nur Yengi ve Sertab Erener’in müzik kariyerlerine katkısı, Türk pop müziğinin kalitesini yukarı taşıdı. Tarkan’ın enerjisiyle dans eden, Sezen Aksu’nun sözleriyle gözyaşı döken, Levent Yüksel’in sesiyle dertleşen bir kuşak vardı. Kasetçilerin önünde kuyruklar oluşuyor, radyolarda şarkılar üst üste çalıyor, CD rafları bir tüketim çılgınlığına dönüşüyordu.

Günümüzde pop müzik farklı bir evrimden geçiyor. Argo ve küfür içeren sözler, bilgisayar destekli sound’larla birleşerek plak, kaset ve CD’yi neredeyse ortadan kaldırdı. Rap müziği ile gençler, müziğin mesajını bazen adliye koridorlarına kadar taşıyor. Ancak Kıraç ve Ajda Pekkan gibi isimler hâlâ, pop müziğe özlem duyanların beklentilerine yanıt veriyor.

Ahmet Kaya’nın liderliğindeki “Protest Müzik” ise ülkenin içinde bulunduğu ortamın dışa vurumu hâline gelmişti. Ahmet Kaya’nın çıkarttığı her albüm büyük satış rakamları elde edince, diğer sanatçılar albüm çıkarma planlarını ertelemek zorunda kalıyordu.
___________________

Dijital Dünyada Kayıp Ezgiler

2000’lerle birlikte müzikte büyük bir kırılma yaşandı: Dijitalleşme. Artık şarkılar kaset ya da CD’de değil, ekranlarda doğuyor; albümler yerini tekli şarkılara bıraktı. Bir zamanlar milyonlar satan sanatçılar sessizliğe gömüldü.

Sosyal medya yıldızları, birkaç saniyelik videolarla şarkıları milyonlara ulaştırıyor; fakat aynı hızla unutulmalarına yol açıyor. Müzik artık bir sanat olmaktan çıkıp, algoritmaların belirlediği bir tüketim aracı hâline geldi. Kalıcılığın yerini “trend” alma telaşı aldı.

Yapılan müziklerin kalitesi daha çok tartışılmaya başladı.
______________________

Değişmeyen Tek Gerçek

Tüm değişimlerin ötesinde, müziğin özü hiç kaybolmuyor.

Bir sokak çalgıcısının ezgisinde,
bir annenin bebeğine söylediği ninnide,
yıllar sonra bir ayrılık anında yeniden karşımıza çıkan eski bir şarkıda…
Kırık bir aşk hikayesinde…

Müziğin asıl gücünü hissederiz. Hayat bir filmdir. Ve filmin can yakıcı sahnelerinde mutlaka bir fon müziği vardır. Biz yaşadıkça, o müzik de çalmaya devam edecektir.

Yazarın Diğer Yazıları