
Karanlığa Sürüklenen Son Jenerasyon
Abdullah Ergün
Son bir hafta içinde yaşadıklarımızı alt alta yazınca kanımız donuyor.
Savcı Ercan Kaya, henüz 19 yaşındaki bir gencin elinde hayatını kaybetti. Ardından İzmir’de 16 yaşındaki bir çocuk pompalı tüfekle karakola saldırdı, iki polisimiz şehit oldu. Daha bu acı soğumadan Ankara’da 15 yaşında bir genç, en yakın arkadaşını bıçaklayarak öldürdü.
Üç farklı şehir, üç farklı suç, üç farklı cenaze… Ama faillerin yaşlarına baktığımızda tek bir gerçek çıkıyor karşımıza: Çocuklarımız gözümüzün önünde suç makinesine dönüşüyor.
Artık buna “bireysel sapma” ya da “talihsiz bir trajedi” diyemeyiz. Bu, toplum olarak içine düştüğümüz derin bir çürümenin resmi. Eğitimden aileye, sokaktan sosyal medyaya kadar her alanda gençlerimizi yalnızlığa, öfkeye ve şiddete teslim ettik.
Kabul edelim: Biz çocuklarımızı kaybediyoruz. Onlara güvenli bir gelecek, sağlıklı bir iletişim, anlamlı bir hayat sunamıyoruz. Ruhlarını ekranlar ve bilgisayarların şiddet dolu oyunlarında ki, sahte kahramanların insafına terk ediyoruz.
Bir gencin pompalı tüfek bulup karakola saldırabilmesi, bir başka gencin arkadaşını boğazlayacak kadar nefretle büyümesi sadece “kötü çocuk” yaftasıyla açıklanamaz. Bu, göz göre göre büyüyen bir ihmal zinciridir.
Bilgisayar, telefon ve tabletlerde şiddet içeren oyunları oynayan yaş grubunun 12–18 aralığında yoğunlaşması tesadüf değil. Oyunlarda silah kullanmayı, saldırı tekniklerini öğrenen gençlerin gerçek hayatta bunları denemesi, yaşadığımız vahşetin altyapısını oluşturuyor.
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız, ekranların, sahte kahramanların, boş hayallerin peşinde birer birer elimizden kopuyor. Dinledikleri müziklerde bile şiddet, nefret, umutsuzluk işleniyor. İlkokul çağında başlayan aşk ve kıskançlık krizlerinin bile cinayete uzandığını Ankara’daki son olayda gördük. Aynı kıza ilgi duyan iki arkadaşın tartışması, ölümle sonuçlandı.
Yıllar önce bu konuda yazılar kaleme alırken, “Bugün önlem alınmazsa yarın çok daha ağır bedeller ödeyeceğiz” demiştim. Ne yazık ki bugün geldiğimiz nokta, o uyarıların acı bir teyidinden ibaret.
Evet, teknoloji hayatımıza büyük katkılar sunuyor; ama aynı teknoloji, kontrolsüz bırakıldığında çocuklarımızı şiddetin ve ölümün soğuk yüzüne sürüklüyor. Eğer bu gidişata “dur” diyemezsek, bugün yazdıklarımız yarının çok daha acı manşetleri olacak.
Kısacası mesele şu: Çocuklarımızı kaybediyoruz. Ve en acısı, bunu kendi ellerimizle yapıyoruz.
Bunun önüne geçmek için çocuklarımızı spora, sanata, üretime yönlendirmeliyiz. Onlara gerçek hayatın içinde başarı ve mutluluk yolları açmalıyız. Aksi halde ekranlarda mankenlerin, sosyal medya fenomenlerinin her adımını taklit eden gençlerimiz; aynı hayata özenip aynı uçurumlara sürüklenecek.
Bugün kayıtsız kalırsak, yarın çok geç olacak.