Abdullah Ergün

Farklı Dünyalar, Aynı Hava

Abdullah Ergün

Geçtiğimiz günlerde toplu taşıma aracında, iki genç kızın ayakta duran yaşlılara yer vermemek için telefonlarına sarılmaları üzerine, yolculardan biri bana dönerek, “Gazeteci, bu sahneyi de yaz!” demişti. Zaten böyle bir konuyu yazma niyetim vardı; bu yazıyı bana seslenen o amcaya armağan ediyorum.
***
Bazen kendimi onların yanında uzaydan gelmiş gibi hissediyorum. Ellerinde telefon, kulaklarında kulaklık… Dinledikleri şarkılar bana karmaşık ve kesik kesik geliyor. Her bir nota, bir yabancı dil gibi. Benim sevdiğim eski melodileri açtığımda ise yüzlerinde garip bir ifade beliriyor: “Bu mu yani?” der gibi bakıyorlar. O an, zamanın ne kadar hızlı geçip gittiğini bir kez daha fark ediyorum. Zaman, bir uçurum gibi aramızda derinleşiyor, açılıyor…

Kelime dağarcıklarında “Yani, Aynen, Kardo, Kanka” gibi klişeleşmiş söylemlerle iletişim kurarak büyük bir mücizeyi gerçekleştirenlerin, sağlıklı kararlar alma noktasında yaşadıkları sıkıntıları normal karşılamak lazım. Bu, biraz da o eski değerlerin bir yansımasıydı. Bugünün gençliği, derinliği değil, hız ve geçiciliği arıyor. Dinledikleri sanatçıların yalnızca sosyal medyada boy göstermeleri, müzik ve kültürün nereye evrildiğinin en açık göstergesi. Bugün, çok kısa sürede popüler olup kaybolan şarkıcılara bakınca, yozlaşan müzik kültürünün temellerini görüyorum.

Gittikleri konserlerde alkol duvarını aşanların yaptıkları taşkınlıklar, müziğin sadece eğlenceye indirgenmesinin acı bir sonucu. Yıllar önce Malatya’daki konserlere giden biri olarak, sahnedeki sanatçıyı izlemeye gelenlerin gösterdiği saygıyı hatırlıyorum. O zamanlar, izleyici adabına uygun bir şekilde konseri izleyip salondan ayrıldıklarında herkesin bir amacı vardı: Ruhunu dinlendirmek, bir duyguyu paylaşmak. O konserler, bir araya gelmenin, aynı havayı solumanın gücünü gösteriyordu.

Filmler, diziler, hatta günlük konuşmalarımız bile bambaşka. Onların heyecanla takip ettikleri sahneler bana bir başka dünyadan fırlamış gibi geliyor. Benim keyifle izlediğim eski siyah-beyaz filmlerse, onların gözünde bir başka gezegenin kültürü gibi. Aynı odada, aynı zaman diliminde var olsak da ruhlarımız farklı yollarda ilerliyor. Sanki aynı evin içinde iki ayrı dünya var. Bir tarafta yeni zamanların çığlıkları, diğer tarafta eski zamanların yankıları… Her şey birbirinden farklı, birbirinden uzak.

Ama işin tuhafı, bu farkı bir eksiklik olarak görmüyorum. Belki de hayatın tadı burada. Onların dünyasına girince yeni bir şeyler öğreniyorum; benim dünyama adım attıklarında ise geçmişin izlerini, unutulmuş değerlerini keşfediyorlar. Her iki taraf da bir şeyler kaybetmeden ama bir şeyler kazanarak yol alıyor. Bu aslında bir çatışma değil; bir karşılıklı alışveriş, zamanın evrimindeki bir buluşma. Her farklılık, derinleşen bir anlayışın, her karşıtlık, zenginleşen bir kültürün izlerini bırakıyor.

Toplu taşıma araçlarında ayakta yolculuk eden yaşlıları görmemek için telefon yardımıyla kendilerini "Lallik" havasına sokanlar, niye bu yollara başvuruyorsunuz ki? Kimseye yer vermek zorunda değilsiniz. Ama takındığınız tavır, içinde bulunduğunuz ortamın en belirgin yansımasıdır. Ne yazık ki, çevremizdeki insanları görmezden gelmek, onları birer aksesuar gibi görmek, toplumsal dokuyu zedeliyor.

İzlediğiniz dizi ve filmlerin yanı sıra, mankenlerin ve oyuncuların yaşamlarına dair ortaya çıkan haber ve görüntüler de sizleri etkiliyor. Yıllar sonra yaşamınıza dair bu etkiler, büyük ihtimalle siz fark etmeden şekillenecek. O yüzden, bu dışsal etkilerin farkında olmalı, yönümüzü kaybetmemeliyiz.

Biz, doğal ortamlarda; aile ve mahalle ilişkileri içinde hayata dair bilgileri alarak yıllara hazırlanırdık. Türkçe’nin kurallarına uymayı, yazmayı, gazete okumayı sadece bir gereklilik değil, bir hayat tarzı olarak kabul ederdik. Duygularımıza, sevinçlerimize yön veren melodilerle bütünleşir, o eski şarkıların her bir sözüyle hayatın ne kadar kısa olduğunu hatırlardık. Ve hâlâ, bir anlam arayışı içinde bu melodileri dinlemek, kalbime bir nebze de olsa rahatlık veriyor.

İlkokul yıllarında araştırmalar yapar, derslerin anlam bütünlüğünü kavramaya çalışır, öğrendiklerimizi okul dışındaki hayatımıza taşırdık. Bugün, eski öğrenme yollarını yeni kuşaklara anlatsak, nasıl bir cevap alırız? Onlar için her şey anında tüketilen bir bilgi yığınına dönüşmüşken, biz o bilgileri sindirerek yıllar içinde biriktirirdik. Fakat biz yine de dinlerdik; eski şarkıları, anlamını tam çözmesek de. Her melodi, bir zamanın yankısıydı, her söz bir hikayeydi.

Oysa günümüzde çoğu şarkının sözleri ve melodileri yalnızca ticari amaç taşıyor. İsmini bile tam bilmediğim türlerle günlerine anlam katmaya çalışan gençler var. Ancak o gerçek anlam ve derinlik kaybolmuş gibi. Müzik, artık sadece "tüketim" ve "hız" devreye giren bir araca dönüşmüş. Türk müziğinin en önemli isimlerinden Münir Nurettin Selçuk'un sözlerini, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yazdığı “Kurdilihizackar” şarkısının hâlâ etkisini devam ettirdiğini nasıl anlatacağız?

“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak, yelkensiz bıraktın.
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı,
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın.”

Bu sözler, kaybın derinliğini, yalnızlığın acısını öyle yalın bir şekilde anlatıyor ki, bugünün gençliği için ne kadar uzak bir anlam taşıyor, kim bilir? Yeşilçam’ın sinemada işlediği duygusallık, sevgiyi, kardeşliği, unutulmaz aşkları bugün nasıl anlatabiliriz? O dönemin sineması, kültürel bir dokuydu. Bugünün gençliği, onu anlama noktasında ne kadar uzak kaldı, farkında değil.

1960’larda Fransa’da başlayan ve tüm Avrupa’yı etkileyen “chanson” parçalarının hâlâ dinleniyor olmasının ardındaki derinliği kimse merak etmiyor. O şarkılarda kaybolan zamanın, hüzünlü melodilerin ardında ne büyük bir kültürel zenginlik olduğunu kimse keşfetmiyor.

Size en yakın olan konu başlıkları arasında yer alan günlük, haftalık ve en fazla bir aylık ilişkiler yaşadığınız gönül fırtınanızda bazen işler beklediğiniz halde gitmeyince gazetelerin ve televizyonların adliye haberlerine manşet oluyorsunuz. Son yıllarda sigaranın masum hale geldiği, alkol ve uyuşturucunun anlık keyif süresince hangi haltları yediğiniz ancak kendinize geldiğinizde belli oluyor. Gelecek kaygısını düşünmeden spontane gelişen yaşam tarzınız ilerleyen yaşlarda size nasıl zorluklar çıkartacağınızı daha düşünmüyorsunuz.

Bugünün gençleri, kimi zaman argo ve küfürle dolu şarkılarla hayatlarını renklendiriyorlar. Dinledikleri sözlerin etkisiyle, en yakın arkadaşına bile küfür etmeyi marifet sayan bir kuşak var. Oysa sözlerin gücü, anlamı ve duygusu kaybolmuş. Bizim değerlerimiz ve anlayışımız hâlâ o eski mahallede, o eski sokaklarda gizli. Ama bugün sokaklarda, parklarda gördüğümüz manzaralar karşısında duraksamamız, belki de sessiz bir mesajdır. Kaybolan değerler, bir tür feryat gibi her köşe başında yankı buluyor.

Evet, ayrı dünyalardayız. Ama belki de önemli olan, aynı masada oturup, birbirimizin dünyasından gelen seslere kulak verebilmek. Çünkü belki de en güzel şarkılar, tam da bu karşılaşmalardan doğuyor. Her bir ezgi, birbirimizin dünyalarına adım atma cesaretinden doğar. İki farklı dünyayı birleştiren notalar, ruhu derinleştirir, anlamı çoğaltır.

Yazarın Diğer Yazıları